Fatih
Telefonumu cebime attığım gibi sınıf kapısına doğru hırslı adımlarla yürümeye başladım.
Bu Oğuz benim sınırlarımı zorluyordu, bunun başka bir anlamı olamazdı!
Öte yandan, kendi ağzımla 'Artık devamsızlıklarımı silme...' dediğim için, hatta bugün Murat'ın okula gelesi tuttuğu için de bir dizi küfür savurmakla meşguldüm.
Bir anda kolumdan tutulup geri çekildiğimde, çatık kaşlarla kolumu kavrayan ele hemen ardından da sahibine baktım. Gerçi, bileğindeki bileklik sayesinde yüzüne bakmadan kolumu tutan kişinin kim olduğunu biliyordum.
Bay Oğuzpu.
Yüzünde sinsice bir gülümsemeyle bana bakarken, "Öpücüğümü alabilecek miyim?" diye sordu.
İlk önce ona uzun uzun baktım, çünkü gerçekten onu anlamak istiyordum. Şu an lise son sınıftık, onunla lise birdeyken tesadüf eseri tanışmış, ikinci sınıfta onunla aynı sınıfa düşmek için sayısal okumaya karar vermiştim ki ben matematikten nefret ederim.
Onun için ve hayalini kurduğum meslek için, buna katlanabileceğime inanarak sayısala geçmiştim ve onunla aynı sınıfta olabilmek için ineklemek zorunda bile kalmıştım!
Şimdiyse, üç buçuk yıldır tanıdığım bu herife bakarken çok yabancı birini görüyordum.
"Oğuz..." dedim, bu sırada kolumu kendime çekerek elinden kurtarmıştım. "...sen, ciddi misin?" diye sorarken, sesim son derece gergindi.
Oğuz, ciddiyetimi hissederek gevşek ruh halinden sıyrılıp omuzlarını dikleştirdi. Böylece bir anda benden daha uzun oluvermişti. Sırık gibi oğlandı mübarek, anasının bunu sulak yerde yatırdığı belliydi. Ona bakmak için bazen kafamı geri atmak zorunda bile kalabiliyordum.
"Evet Fatih, ciddiyim..." dediğinde, gözlerimi kısarak onu inceledim. Onu tanıdığım bunca yıl boyunca yalan söylerken neler yaptığına çok dikkat etmiştim. Eğer kasıtlı olarak kendini tutmuyorsa, yalan söylemediği her halinden belliydi.
"Peki... Ne zamandır?"
"Hislerimin ne zaman değiştiğini bilmiyorum ama seni gördüğümde hızlanan kalbimin başka bir açıklaması olamaz diye düşünüyorum..." dediğinde, refleks gibi elim kalbini bulmuştu. Avcumun altında gümbürdeyen kalp, elime yaydığı titreşimi tüm vücuduma işlerken gözlerimi kaldırıp dikkatle karşımdaki kahverengi gözlere baktım.
O da gözlerini benim gözlerimden ayırmıyordu ve vereceğim karşılığı bekliyordu.
Elimi ondan çektim ve boğazımı temizleyerek, "İstediğini yap Oğuz. İstersen son yılımda devamsızlıktan kalmama yol aç... Cidden umrumda değil, umrumda olan tek şeyin ne olduğunu biliyorsun," diyerek bir adım geri çekildim.
Yüzünde belirgin bir hayal kırıklığı oluşurken, fark etmemesini dilediğim bir şekilde yutkundum. Oğuz'u severim ama onun gibi değil, bir arkadaş olarak bir dost olarak... Belki ondan uzaklaşırsam, bana karşı hissettiği duygular dizginlenerek tekrar arkadaşlığımıza devam etmemize olanak sağlardı, bilemiyordum... ama onunla o beni seviyorken yakınlaşamayacağım bir gerçekti.
Ben şu sıralar, kardeşimden başka kimseyi sevebilecek durumda değilim.
Özellikle de bir erkeği?
Oğuz'un yüzüne hüzünlü bir gülümseme yerleşirken, "Şaka yapmıştım, devamsızlıklarınla ilgili bir problemin olmasın... Zaten o devamsızlıkları neden yaptığını biliyorum," dedi.
"Teşekkür etmeyeceğim, zamanında etmiştim."
"Tabii."
"Gidiyorum o zaman?" diye sorduğumda, başını iki yana salladı ve "Ben gideyim, senin gittiğini görmek canımı yakıyor. Elif'in beni yanlış anladığı akşamdan beri böyleyim..." diyerek hüzünlü gülümseyişini genişletti ve bana sırtını dönerek yürüdü.
Ona geçen gün attığım mesajı anımsayarak, olduğum yerde sarsıldım.
Bu Oğuz, üzüldüğü gibi üzmeyi çok iyi biliyor.
hani 5.bölümdeyken, Fatih Oğuz'a "Ama mümkünse götün bana dönük olsun ve adımların da benden uzağa doğru olsun." yazmıştı ya, Fatih o mesajı anımsayarak sarsılıyor çünkü orada sinirle söylediği şeyin onu kırdığını fark ediyor ve hiç belli etmese de ve bu onun davranışlarını değiştirmeyecek olsa da üzülüyor...