Elif
Ağabeyim ve Oğuz abi mutfağa aynı anda girdiklerinde, hazır masa görmenin sevincini yaşayarak karşımdaki iki sandalyeye yerleşmek için birbirlerini iteklediler.
"Günaydın Elif, abim keşke bana haber verseydin de ben hazırlasaydım kahvaltıyı. Yormasaydın sen kendini?" diye sordu abim, tabii sandalyeye oturduğu anda istemsizce yüzünü buruşturarak Oğuz'a bakmıştı.
Hoş, Oğuz ağabeyin de ondan bir farkı yoktu. O da buruşuk yüzüyle abime bakıyordu.
"Lütfen, dün gece seviştiğinizi bu kadar belli etmeyin. Karşınızda bir shipper var, hemen anlayabiliyorum ve ah, midem..." derken öğ öğ sesleri çıkardım.
Abim ve Oğuz, kıpkırmızı bir suratla bana döndüklerinde, "Duvarlar ince ve yan odanızdayım, açıkçası biraz saygı beklerdim. Hasta bir kızım ben!" dedim gülerek.
Abim hızla Oğuz abinin ensesine indirirken, "Sessiz ol demiştim!" dedi.
"Ah, Oğuz..." diye mırıldandım, abimi taklit edercesine kalınlaştırmıştım sesimi.
"Elif!" hızla bana döndüğünde, göz kırparak omuz silktim ve "Tamam, dalga geçmiyorum ama hiç dalga geçmeyeceğimi sanma!" dedim.
Ağabeyim derin bir nefes aldıktan sonra, "Kusura bakma," dedi ve onu takiben Oğuz abi de, "Hormonlar işte, karşı koyamadık..." dedi.
"İyi dayandınız ama tebrik ettim sizi..." dediğimde reçelli ekmeğimden koca bir ısırık alarak onlara baktım.
"Dayanmak derken?" diye sordu ağabeyim.
"Birbirinizi gözlerinizle yiyordunuz!"
"Hadi ya, beni gözlerinle mi yiyordun Fatih? Neden daha önce sinyal vermedin ki?" diye soran Oğuz ağabeyle birlikte, abim masadan kalktı ve çay bardağını alarak salona geçti. Çaysız da yapamıyor bu çocuk...
Masada Oğuz ağabeyle birlikte kaldığımızda, göz göze geldik. Kocaman sırıtırken, "Utandı garibim," dedim.
Oğuz ağabey de hafifçe gülümserken iç çekerek ağabeyime döndü. Gözlerindeki bakışın değiştiğini fark ettim. Eskisinden de derindi bakışları, daha anlamlıydı.
Eskiden aşk vardı gözlerinde, umutla parlıyordu. Şimdiyse duyguları daha çok derindi ve tuhaf bir şekilde özlem doluydu.
Hafifçe gülümseyerek ben de ağabeyime döndüm. Sessizce televizyon izliyordu. Demek ki utandığını saklamanın tek yolunun bu olduğunu düşünmüştü.
"Kahvaltıya gel yoksa ben de yapmam!" diye seslendiğimde dönüp bana baktı ve "Hiç iştahım yok midem kötü gibi hissediyorum," dedi.
"Hasta mı oluyorsun?" diyerek masadan kalkıp yanına ilerlerdim ve elimi alnına koydum. Ateş gibi yanıyordu yüzü. Acaba utandığı için miydi yoksa gerçekten hasta mı oluyordu?
"Havalar soğudu," dedikten sonra hafifçe gülümsedi ve "Birlikte doktora gidelim. Hem seni kontrol ettiririz hem de ben kendime baktırırım," dedi. Hafifçe omuz silkerek, "Tek gitmek istiyorum," dedim.
Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında, konuşmasına fırsat vermeden, "Kendimi çok daha iyi hissediyorum ve senin evde kalıp dinlenmeni istiyorum. Ben hallederim, sadece basit bir kontrol. Önemli bir şey olursa ararım zaten," dediğimde hafifçe iç çekti.
"Aslında yanında olmak istiyorum..." dedi son bir kez daha şansını denercesine.
"Biliyorum ama ben tek gitmek istiyorum. Kırma beni ağabey," dediğimde hafifçe gülümsedi ve bana sarıldı.
"Seni böyle canlı görmek ne güzel... Teşekkür ederim," dedi, sesi o kadar titrekti ki... İçim yandı. Bunca zamandır ben ne kadar acı çektiysem, ağabeyim de benimle birlikte o kadar acı çekmişti. Biliyordum. Şimdi tek başıma ayakta durma çabam da bu yüzdendi zaten.
Hiç acı çekmesine gerek yokken benim yüzümden çok üzüldü, hayatını yaşayamadı. Şimdi onun omuzlarındaki yükü hafifletmemin tam zamanıydı.
"Çok iyiyim. Her geçen gün daha da iyi olacağım."
"Bir daha kötüleşmene izin vermeyeceğim. Elimden gelen her şeyi yapmaya devam edeceğim..." alnını omzuma yasladı ve derin bir nefesi yavaşça verirken konuşmaya devam etti.
"Beni ayakta tutan tek şey sensin. Varlığın için minnettarım."
"Eiiy aman ya kıskanmıyorum çünkü ben. Ne yapıyorsunuz orada siz öyle ya?" Oğuz ağabeyin isyankar sesiyle, kahkahalara boğulduğumda abim omzundan başını kaldırdı ve Oğuz ağabeye dönerek, "Sus lan zevzek, iki güzel konuşma yaptırmadın." dedi.
"Ne güzel konuşması ya? Ağlayıp, zırlıyordun gördüm ki."
"Sen yumruk mu istiyorsun?" Ağabeyim koltuktan fırlayıp Oğuz ağabeyin dibinde bittiğinde, Oğuz ağabey fırsatı kaçırmadan kollarını abimin beline sardı ve "Bana da güzel konuşsana, canım çekti," dedi.
Ağabeyim başta Oğuz ağabeyi itecek gibi dursa da sonradan vazgeçerek kolunu ona sardı ve "Sen sevginin ikinci gücüsün. Kıskanma ama kardeşimle aşık atamazsın... Öte yandan senin varlığın da benim için çok önemli. İyi ki varsın Oğuz. İyi ki vazgeçmek nedir bilmiyorsun." dedi.
Duygulandığım için kendime engel olamayarak bağırdım, "FEELS!" abim bana göz devirirken Oğuz ağabey dolu gözleriyle bir süre abime baktı ve "Senden nasıl vazgeçebilirim bilmiyorum ki..." dedi.
"Öğrenme," diye mırıldandı ağabeyim sonra bana baktı ve "Sen de Oğuz'u örnek al kendine ve vazgeçmek nedir bilme. Tamam mı?" dedi.
Aslında neyi kast ettiğini biliyordum. Kendimden vazgeçmeyeyim istiyordu. Umudumu kaybetmeyeyim istiyordu. Ona güvenmeyi bırakmayayım istiyordu.
"Öğrenilecek en berbat şey olduğunun farkındayım ve ilk defa bir şeye karşı, öğrenme aşkı duymuyorum..." diyerek abimin yüzündeki gülümsemeyi genişlettiğimde derin bir nefes aldım.
Hayatım düzeliyordu.
Merhabalar.
Uzun zaman oldu değil mi? Ve siz benim hikayelerimi unutmadınız. Hatta her geçen gün okuyan sayısı arttı. Bunun beni mutlu ettiğini itiraf etmeliyim.
Devam etmeye geldim. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin!
