Dünkü yaşadıklarının sıkıntısının üzerine bir de başına Loke çıkmıştı, mesajından sonra üzerine üstlük yemekhanede onu izleyip duruyordu. Juvia sabah uğramış, bir kaç gün gelmeyeceğini söyleyip gitmişti. Bu yüzden tek başına oturuyordu. Gray'i de bulamamıştı, bu sıralar oldukça yalnız mıydı neydi?
Açık alanda gezen akbaba yemeği gibi Loke bir süre daha onu izledi, bakışlarından rahatsız olunca derin bir nefes aldı ve o da onu izlemeye başladı. İlk başta şaşırmış gibi oldu ama o da ona bakmaya devam etti. "Ne var?" Tarzında dudaklarını oynattı, Loke ise bir şey demedi. En sonunda yemeğini bıraktı ve masadan kalkıp yemekhaneden çıktı.
Oyunlarından ve benzeri şeylerden bıkmıştı, bir derdi varsa gelip anlatması lazımdı. Yoksa hiç uğraşacak havasında değildi Lucy.
Kafasını diğer boyuta yormalıydı, ama elinde olan bilgiler sadece yüzü görünmeyen bir adam, beyaz saçlı bir hizmetçi ve harika denebilecek bir evdi. Hepsini birleştirince tüylerini diken diken eden bir şey ortaya çıkıyordu.
Tuvalete girdi ve kapıyı kapatıp öylece oturmaya başladı, dizlerini de oturduğu yere çekmişti. Kollarıyla dizlerini sardı ve kafasını koydu. Burada her yer ayna kaynıyordu. "Çok mutsuzum." Kısa bir süre sonra kapıya geçti ve aynanın karşısına geçti. "Beni duyabiliyor musun?" İyi ki bu zamanda herkes yemek yiyordu, yoksa onu görenler onu deli sanabilirdi.
Gerçi yaşadıklarından sonra kendi bile deli olduğunu düşünmeye başlamıştı, şimdi ise ayna ile konuşuyordu...
"Yanına gelebilir miyim? Yoklamada olmasam bile sorun çıkacağını sanmıyorum şu anlık." Eliyle kendi omzunu sıvazlamaya başladı. "Belkide sadece kendi kendime konuşuyorum." Derin bir iç çekti, cevap alamamıştı. Üzerine hafif bir gerginlik çökmüştü bu yüzden suyu açıp yüzünü yıkamaya başladı, midesi bulanmaya ve başı dönmeye başlamıştı.
Elleri musluğu sıkıca kavradı, gözleri kararıyordu.
Ardından her zaman yaşadığı gibi kendini yere yapışmış bir şekilde buldu, sırtı acımıştı. "İniş konusunda biraz daha nazik olmak gerek." Diyerek mırıldandı ve ayağa kalktı. Üzerini silkeledi, yine aynı evdeydi ama bir şeyler değişikti.
Yine o beyaz saçlı kadının sesini duyuyordu. "Harika piyano çalıyor, onun için endişelenmiyor değilim." Piyano odasının kapısı aralıktı, içeri girdi ve hafiften ses çıkardı. Kimse ona bakmıyordu, içeride o gün beraber koşuşturan kişiler vardı. "Ondan kaçmak istiyorsun ama onun hakkında endişeleniyor musun?"
"Çok nazik bir canavar Bixlow, bana çok iyi davranıyor bu gerçeği reddedemem, ama seni sevdiğim gerçeğini de." Dudaklarına öpücük kondurmuştu adamın. "Lisa, hala neyi bekliyoruz."
"Gereken gücü, onunla konuşacağım. Sonrasında gideceğiz bize izin vereceğini biliyorum ama onu kalbini bu çok kıracak. Benden hoşlandığını biliyorum çünkü ve canavar dahi olsa kalbinin olduğuna inanıyorum." Etraflarında dolaşmaya başlamış, yüzlerine bakıyordu. Piyanonun karşısında oturmuşlardı ve Lisa parmaklarını piyanonun tuşlarında gezdiriyordu.
Canavar derken, Natsu'dan bahsediyor olmalıydılar. Normal bir insanın güçleri olmayacağı oldukça açıktı ve canavar kelimesi... Bir yere oturup bu kelimeyi sindirmeliydi.
"Senin kararın seni bekleyeceğimi biliyorum." Birbirleri ile öpüşürken Lucy'nin yüzü buruşmuştu, ardından yavaşça kapıdan çıktı. Sonrasında olacaklar belliydi çünkü kucağına çıkmaya başlamıştı.
Bay Dragneel ve nişanlısı.
Anlaşılan, nişanlısı onu aldatıyordu ya da aldatmıştı, Lucy bilemiyordu çünkü bu zaman karmaşası onu oldukça yoruyordu. "Anıların arasında geziyorsun." Ses her yerden geliyor gibiydi. "Natsu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monster In The Mirror [Nalu]
FanfictionLise son sınıf öğrencisi olan Lucy, oldukça meraklı bir kızdır. Aldatıldıktan bir kaç gün sonra okulun tuvaletinde bir gariplik olduğunu fark eder. Tuvalette bulduğu bu garip tablonun üzerine gitmeye kararlı olan Lucy, kendini başka bir zamana ve bo...