The Other Side of the Story

1.6K 106 94
                                    


Her hikâyenin mutlaka hüzünlü bir tarafı vardı.

Tony'nin o âna dair bildiği üç şey vardı.

Birincisi, kaybediyorlardı. Strange yerde yatıyordu, Peter görüş açısının dışındaydı ve yeni tanıştığı uzaylıları da göremiyordu.

İkincisi, canı yanıyordu. Karnına batan sivri zırh parçasının neden olduğu kanamayı hissedebiliyordu. Midesi bulanırken ayakları bedenini güçlükle taşıyordu.

Üçüncüsü ise, Stephen Strange'in elinde yeşil parlak taş belirdiğinde yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Adam ona bakıp, yapması gereken bir şey varmış gibi kafasını hafifçe sallamıştı. Bu, Tony'nin o âna dair hatırladığı son şeydi.

Kendinden geçtiğini sanıyordu. Tıpkı bir hayal gibi, etrafında bir şeyler süzülürken, gözlerinin açık olduğundan bile emin değildi. Ama sonra her şey durdu.

Thanos yoktu. Strange yoktu. Ve artık o gezegende değildi. Nerede olduğunu da bilmiyordu. Etrafında ne olup bittiğini anlamaya çalışırken üzerinden bir şey geçtiğini hissetti. Taş? İçinden süzülüp giden taşa dehşetle bakarken gözlerini kırpıştırdı. Her şey buraya kadar mıydı? Yıllarca süren mücadelenin ardından, ölümü böyle mi olmuştu? Ve şimdi de-

Bir hayaletti?

Tony nefes alamıyordu. Defalarca kez gözlerini açıp kapaması bir şey değiştirmedi. İki elini birbirine yaklaştırırken iç içe geçişlerini aralık dudaklarıyla izledi. Karşısında sesler duyuyordu. Çocuk sesleri, bağıran kadınların sesleri, araya karışan birkaç adamın sesi...

Ama hiçbiri Tony'nin varlığını görmüyordu. Titreyen dizlerini güçlükle haraket ettirirken onu görmeyen insanların yanından yürümeye başladı. Etrafını göremeyecek kadar şaşkın ve şok içindeydi. Yürüdü, yürüdü ve ta ki, bacakları onu taşımayı kesene kadar durmadı. Yere çöktüğünde artık bir ses duymuyordu. Bir ara sokağa girdiğini de bu şekilde fark etti. Duvarlar soluk ve sararmış gazete parçalarıyla doluydu. Üzerindeki yazılara odaklanmaya çalışırken gözüne çarpan başka bir şey oldu. Gazetenin kenarındaki tarihe baktı.

19 Nisan 1936.

Yaslandığı duvardan hızlıca doğrulurken diğer gazetelerde hızlıca gözünü gezdirdi. Gün değişiyordu ama yıl hepsinde aynıydı. "Şoktayım. Şoktayım. Uyanmam gerek. Kendimden geçtim değil mi? Belki de yanıldık. Titan'ın atmosferi zehirliydi? Bu imkansız. Bu imkansız. Vücudum saydamlaştı ve şimdi de 1937'de miyim?"

Aklından binlerce ihtimal geçerken hiçbirini mantığına oturtamadı. Kırmızı parlak bir ışık görmemişti, yani gerçeklik taşının etkisi değildi. Zehirlenmiş olsaydı, beyninin daha önce görmediği bir yeri hayal edebileceğini sanmıyordu. Karnındaki yaranın etkisiyle şoka girseydi, muhtemelen bu kadar uzun sürmeyecekti. Aklında ihtimalleri teker teker elerken bir ses duydu.

Tanıdık bir ses. Yıllardır duymadığı bir ses.

Ayağa kalkmak için duvara tutundu. Buna rağmen olduğu yerde yalpalamış, dengesini kaybetmişti. Pes etmedi. Titreyen elleriyle duvara tekrar tutunurken ayağa kalktı. Duvarın bitimine yürürken, kulağına gelen ses kesilecekmiş gibi, kalbi korkuyla tekledi.

Elini duvardan çekti, buna rağmen vücudunun tamamı duvarın arkasındaydı. Sadece başını ileriye doğru uzatırken karşısındaki cılız bedene ve önündeki minik kediye baktı. Az önce korku yüzünden hızlı attığını sandığı kalbi daha da hızlanırken yutkundu. Sibirya'nın ardından Steve'i bir daha göreceğini hiç düşünmemişti.

Team as a FamilyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin