Alpine, Bucky'nin başına gelen tatlı bir belaydı. (Tony Stark'ın katkılarıyla)
"Bir zavallısın."
"Yardımcı olmuyorsun Tony."
"Yardımcı olmak için geldiğimi kim söyledi? Ben sadece şunun rezil olmasını izlemeye geldim." Steve sabır dilercesine havaya baktı. Tekrar Tony'ye dönüp çatık kaşlarla baktığında, adamın omzundaki kedinin kendisine dik gözlerle baktığını gördü. Ve hafifçe oturduğu yerde yana kaydı.
"Eğer yemeğinin içine koyarsam-"
"Ve sonra yüzük boğazına takılır ve Natasha hastaneye gitmeden önce sana da hastaneye gitmen için bir sebep verir." Bucky soluğunu bırakırken Tony'yi susturması için Steve'e baktı. Ama Steve gözleriyle kediyi gösterip, kaşlarını havaya kaldırdı.
Alpine Tony'nin omzunda olduğu sürece elbette adama bulaşamazdı. Çizikler birkaç saat içinde geçse de, canını fazlasıyla acıttığı bir gerçekti.
"Pekala dahi adam, senin fikrin ne?"
"Yemeğinin içine koymak olmadığı kesin. Natasha'yı tanıdığına emin miyiz?" Eliyle kedinin başını hafifçe okşadı. Bununla birlikte kediden hafif bir mırlama gelmişti.
"O kediyi bana aldığını biliyorsun değil mi?"
"Evet. Onu sana vermek en büyük pişmanlıklarımdan. Değil mi tüy torbası? Milyarder bir baban olacakken şuna kaldın. Ve ne yazık ki o da benim başıma kaldı. Neden sokakta bulduğumuz herkesi eve almak zorundasın? Söylesene Steve." Steve söz konusu Tony olduğunda bunun gerçek bir soru mu, yoksa onunla dalga geçebilmek için ortaya attığı bir yem mi anlayamıyordu. Birkaç saniyeliğine gözü Alpine'e kaydı. Kedi nazik bir edayla patisini yalıyor, aralıklarla başını Tony'nin boynuna sürtüyordu.
"Neden Steve söylüyor? Asıl sen söyle. Dışarıda bulduğu her çocuğu evlat edinmeye çalışan sonuçta sensin öyle değil mi? Bence baba olma kotanı yeterince doldurdun."
"Ben kimseyi evlat edinmiyorum Barnes. Daha önce stajyer diye bir şey duymuş muydun?"
"Oh tabi, duymaz olur muyum? Değil mi Stevie? Bizim zamanımızda da böyle şeyler vardı sonuçta. Eğitim varken savaş kimin umrundaydı? Etrafımız stajyerlerle kaplıydı(!)." Steve kafasını duvara vurmaya başlamak ile odadan çıkıp ikilinin olası kavgasından başlamadan kurtulmak arasında gidip geldi. Tartışacaklardı, daha çok tartışacaklardı, belli bir noktada Steve'i bir şekilde olaya dahil edip taraf seçmesi için zorlayacaklardı, en sonunda ikisinden biri mutlaka 'zaten senin en iyi arkadaşın değildim ki, sen hep onun tarafını tutuyorsun...' diyecek ve sahte bir mağlubiyet edasıyla saatlerce onunla konuşmayacaktı.
Bunları bilmemeyi, tecrübe edinmemiş olmayı tercih ederdi ama maalesef aynı şey defalarca kez yaşanmıştı. Steve kaçıncı tartışmalarından sonra saymayı bıraktığını hatırlamıyordu.
"Ne var biliyor musun Barnes? Bu işin içinde olmam Nat'e hakaret gibi. İki fosille oturup onun başına seni nasıl bela edeceğimizi tartışıyoruz, ben de buna ortak oluyorum. Ve bunun suçlusu kim biliyor musun?"
"Bilmez olur muyuz, tabi ki benim." Steve kendi kendine mırıldandı ama ikisi de onu duymadı.
"Tabi ki Steve!" Sarışın adam duyduğu cevaba şaşırmış gibi davranmayı denedi. "Hayır, ciddiyim. Normal şartlarda bu üçlünün-" Parmağı ile kendisini ve diğer iki adamı gösterdi. "-bir araya gelme imkanı yok. Gelmesine de gerek yok. Ama hayır, Bay Amerika işimin en önemli yerinde buraya çağırıyor. Yani gerçekten aklınızda ne vardı? Oradan bakınca her gün evlenme teklifi yapan birine mi benziyorum?"
