"sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa"*
-
Ertesi sabah Aziz Arif, evden yine erkenden ayrılmıyor, Zümrüt Hanım'ın yüzünde güller açtırarak kahvaltıda masada oluyor, ara ara babasıyla hatta Zümrüt Hanım'la sohbet ediyor. Böylelikle, ancak her zamankinden uzun süren bir kahvaltı faslından sonra masadan kalkabiliyoruz. Aziz Arif bugün evde halletmesi gereken işleri olduğu için işe gitmeyeceğini söylediğinde Zümrüt Hanım imalı imalı bana bakıyor, bense bakışlarından kaçmak için kendimi mutfağa atıyorum. Menderes Beyin kahvaltıdan sonra muhakkak içtiği kahvesini yapmaya koyuluyorum, kendimi oyalamanın bir yolunu bulduğumu sanarak. Zümrüt Hanım ardımdan mutfağa geliyor, Aziz Arif'e de yapmamı söylüyor, "Keyif kahvesi şekerli olsun aslanımın," diyor, ama "şekerli" derken sözcükler sesinden öyle bir dökülüyor ki, kahveye şeker niyetine kendim girecekmişim gibi huylanıyorum. Zümrüt Hanım gittiğinde Rabia teyze beni alaya alıyor, "Ağam hiç şekerli kahve içmez ki, şeker niyetine ne demek istedi Hanımım?" diyerek. Neredeyse homurdanarak kahveleri yapıp avluya çıkarıyorum. Aziz Arif ile babasına verdikten sonra da "Afiyet olsun," diyerek yanlarından ayrılmaya yöneliyorum. Menderes Bey,
"Otur kızım sen de," diyor, beni şaşırtacak kadar sakin, hatta belki kulağa sevecen gelebilecek bir ses tonuyla. Elimdeki tepsiyi ortadaki sehpanın bir köşesine bırakarak Aziz Arif'in oturduğu koltuğun bir diğer ucuna, ondan mümkünce en uzağa oturuyorum. Üzerimde baba-oğulun bakışlarını hissetsem de başımı kaldırasım gelmiyor.
"Geçmiş olsun," diyor Menderes Bey önce, aynı sevecen ses tonuyla. "Geçmiş olsun kızım."
"Sağ olun," diyorum ben de, o kadar az iletişim kurduk hatta öyle başarılı bir şekilde iletişim kurmaktan yoksunduk ki nasıl cevap vereceği şaşırıyorum böylesi basit bir anda bile. Derin bir nefes alıp duraksıyor.
"Kızım," diyor. "Yaşı en küçük olan sendin. Toydur diye düşündüm, ama aferin, en akıllı uslu sen çıktın."
"Kızım," dediğinde yerden kaldırdığım bakışlarıma, cümlesinin sonuna doğru dudağının kenarından belli belirsiz gülümsemesi takılıyor. Aziz Arif'in kaçamak tebessümünü babasından aldığını fark ediyorum bir anda, ancak aklımın dağılmasına izin vermeyerek dikkatimi Menderes Bey'e veriyorum.
"Başka türlü olsa elbet daha iyiydi, ama böyle oluşunda da bir hayır vardır. Cenab-ı Hak böyle yazdıysa muhakkak bir hikmet vardır."
Sessiz kalıyorum Menderes Bey konuştukça. Devam ediyor.
"Güç, mal, mülk hiçbir şey... Önemli olan bir çatının altında, kapını kapattığında huzuru bulmak... Yoksa, düşmez kalkmaz bir Allah... Bunca güce, isme rağmen, sen de gördün ki insanlar uğraşmaktan vazgeçmiyor. Sen buraya sağ salim gelmedikten sonra ne kıymeti olurdu bunların? Bunun kıymetini bilmek lazım gelir." Bakışları düşünüp tartan bir ifadeyle üzerimde dolaşıyor. "Sen halin tavrınla, olgunluğunla bizim adımıza layık davrandın. Burası senin evindir, bunu biliyorsun." Duraksıyor, bir oğluna bir bana bakıyor. "Bundan sonra beni de baban bil."
Otoriter çehresinde babacan bir tebessüm peyda oluyor. "İçelim bakalım gelin kızımızın elinden bir kahve," diyerek kahvesinden bir yudum alıyor.
Ne bir cevap verebiliyor, ne de müsaade isteyip kalkabiliyorum bir süre. Menderes Bey, oğluyla sohbet ediyor, yaptıkları işlerin çeşitli alanlarıyla ilgili sorular soruyor alakayla. Aldığı olumlu cevaplar onu hayli memnun ediyor, sık sık "İyi, çok iyi," diyerek tasdikliyor Aziz Arif'in konuşmasını. Bir süre orada hiç yokmuşum gibi akıp giden sohbete kulak misafiri oluyorum, nihayet kahveler bittiğinde de fincanları toplama bahanesiyle önce mutfağa kaçıyor, sonra da odama kapanıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülce
General Fiction"yürüdüğüm ömrüm değil, keskin bir tuz hikâyesi." * ..sinirlendiğini hissedebiliyorum. Elinde olsa kanımda dört nala koşturan cesareti bacağından vuracağını da biliyorum. Gözlerini gözlerime dikiyor ve siniri her tınısında taşıyan bir sesle, "Belki...