"işte böyledir gülüm bazı şeylerin
hiç hissedilmez varlıkları ama,
yoklukları bir uçurum kadar derin
baş döndürür kıyısında nasıl da."*-
Kolumda hissettiğim eliyle, yüzümün ona dönmesi neredeyse aynı anda oluyor.
"Yok öyle tek cümle söyleyip gitmek, ne diyecektin söyle." Az evvelki sakinliğini yitirdiğini görüyorum. Dolu gözlerimi ondan sakınıyorum, sesimin ağlamaklı çıkmamasını umarak,
"Boş ver, dedim ya," diyorum, kolumu elinden çekerken. "Nasıl olsa her şeyi bilmiyor musun? Bildiğin yeter sana."
"Sen ne biliyorsun Gülce? Allah aşkına söylesene, sen ne biliyorsun?" Kontrolünü yitirmiş bir şekilde bağırıyor.
Sesinin küçümser tınısı hem gururumu hem kalbimi kırıyor. "Bilmiyorsam da ettiğim kendime, sen rahat ol," diyorum artık apaçık ağlayarak.
"Rahat olayım! Tabii ya, rahat olayım!" Gitgide yükselen sesini bir duyan olur diye endişeleniyorum.
"Bağırma artık!"
"Ne yapayım Gülce? Bağırmayayım tamam, başka ne yapmayayım? Söylesene!" Söyleyeceğim hiçbir şeyin bir işe yaramayacağını görerek bir iki adım geriliyorum.
"Söyleyecek bir şey yok," diyorum hıçkırıklarımın arasından.
"Dur, erken konuşma. Benim söyleyeceklerim var, belki fikrini değiştirirsin."
"Duymak istemiyorum." Gidecek oluyorum, kolumu tutarak engel oluyor.
"Hoşuna gideceğine eminim." Sesindeki duygusuzluk üst perdeden tınlıyor. "Neden burada olduğunu unutturmaz belki ama..."
"Bırak Aziz Arif," diyorum, sesim adeta yalvarır gibi çıkarken.
Beni duymuyormuş gibi devam ediyor.
"Hazırlan Gülce," diyor, "Ankara'ya gideceğiz. Sen de devam edeceksin hayatına, neresinde bıraktıysan."
"Ne Ankara'sı? Ne gitmesi?" Söylediklerini idrak etmekte zorlanıyorum.
"Burası seni boğmuyor mu? Kurtulacaksın işte... Hala mı soru?"
Olası kurtuluşun sonuçlarının ne olduğunu adım gibi biliyor olmanın gerginliği vuruyor yüzüme buzdan bir elin tokadı gibi. Onun sesinin yüksekliğine tezat, kısılıyor sesim.
"Olmaz ki..." diyorum, aklımdan geçen bütün ihtimalleri inkâr eden bir tavırla. "İmkânı yok, olmaz ki..."
Yüzünde pür öfkeden bir gülüş inşa oluyor adım adım.
"Kalmak istemiyorsun, gitmekten korkuyorsun... Sen ne istiyorsun Gülce Allah aşkına?"
Avlunun ortasında, Aziz Arif'in sesi bu kadar yüksekken bu konuyu konuşmaktan çekiniyorum.
"Sessiz ol, ne olursun," diyorum. "Duyacaklar."
Aşağıdan gelen ayak sesleri ile iyice geriliyorum. Bu defa Aziz Arif de tepkisiz kalmıyor. Kolumdan çekiyor, odasına sokuyor bir çırpıda. "Annemden kaçmadığım kalmıştı bir tek," diye söylendiğini işitiyorum.
Odaya giriyoruz, kapıyı kapatıyor.
"Duymazlar artık," diyor.
Sakinleşmesini bekliyor, ama hiçbir şeyin değişmediğini görerek "Ankara nereden çıktı?" diyorum, cümleleri asla toparlayamayarak.
"Burayı istemiyorsun. Konakta, böyle herkes etrafında, bütün gün, hatta bütün günlerin, bir kurtulma ihtimalin dahi olmadan nasıl geçecek?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülce
Narrativa generale"yürüdüğüm ömrüm değil, keskin bir tuz hikâyesi." * ..sinirlendiğini hissedebiliyorum. Elinde olsa kanımda dört nala koşturan cesareti bacağından vuracağını da biliyorum. Gözlerini gözlerime dikiyor ve siniri her tınısında taşıyan bir sesle, "Belki...