8.Bölüm

282 14 2
                                    

Joseph gideli neredeyse birkaç saat oluyordu. İyice neden geciktiğini merak etmeye başlamıştım. Başlarına bir iş mi geldi düşüncesi beynimi tırmalıyordu. Beş dakika daha pullarım ve kuyruğumla oynadıktan sonra Joseph, Çınar ile geldi. Çınar'ın yüzünde beni gördüğünde güller açtı. İkimiz de hızla yüzüp kucaklaştık. Çınar'la tanışalı çok uzun bir süre olmamıştı belki ama ona güvenebileceğimi hissedebiliyorum. İlk defa terk edilme korkusu yaşamıyorken onu kaybedemezdim.

Joseph gelirken yanında yiyecek bir şeylerde getirmişti. Ben Çınar'la yemeklere gömülürken Joseph koltuğa uzanmayı tercih etti.

Çınar, Joseph'e döndü "Plan nedir? Yeni emir geldi mi?"

"Evet, önce yamaçtaki toplayıcıyı bulacağız. Adını sen biliyormuşsun. Onu alıp yola çıkacağız."

"Anladım."

Bu konuşma beni oldukça şaşırtmıştı. Yeni emirden bahsediyorlardı, oysa ki Joseph'in, Çınar'ı ben istediğim için o hücreden kurtardığını düşünmüştüm. Onu kurtarmasını istediğimde çok tehlikeli demişti ve ona güvenmem karşılığında Çınar'ı çıkaracaktı. Meğer ben istesem de istemesem de Çınar'ı kurtaracakmış. Kendimi salak gibi hissetmeden edemedim.

Joseph konuşmaya devam ediyordu. "Onun bu göreve katılmasının nedenini biliyor musun?"

Çınar bana kısa bir bakış atıp bilmiyormuşçasına dudaklarını büküp kafasını salladı. Yalan söylediğini biliyordum. Hissedebiliyordum. Joseph'e yeterince güvenmemem gerektiğini aklımın bir köşesine not etmem gerekti.

Yemekten sonra bu odaya geldiğimizin tam tersi istikametindeki birkaç araya girdik. Su perilerinin kaya içlerinde yaşadığını hep unutuyorum. Hep karşımda bir kapı olacağını düşünüyorum. Aksine karşımda kocaman kaya kütlelerinin girinti ve çıkıntılarını bulunca istemeden sırıtırken buluyorum kendimi.

Kaya kütlelerinden kurtulup yüzeye çıkmak gerçekten iyi gelmişti. İçimdeki tutsaklık hissini atmak rahatlamamı sağlamıştı.

Çıktığımız düzlük alan saraydan oldukça uzak olmalıydı. Saray çevresi evlerle doluydu. Her yerde muhteşem kayalar ve etrafta gezinen güzel su perileri vardı. Burası ise sessizdi. Tek tük ev olduklarını düşündüğüm kaya kütleleri vardı. Ayrıca görüntüleri ilk gördüklerim kadar şirin değildi.Daha çok terk edilmiş gibi görünen bir havası vardı. Sessizce Çınar ve Joseph'i takip ettim. Birkaç evin yanından geçtikten sonra karşımda devasa bir batık çıktı. Görür görmez irkildim. Kendimi batıklarda hazine arayan dalgıçlar gibi hissetmiştim. Paslanmış demirleri yosun tutan bir pencereden geçtik. Her yer yosun tutmuştu. Kırık tahtaların etrafındaki kum öbeklerinden büyük bir balık çıkmasıyla nereye kaçacağımı şaşırdım. Hayatımda hiç böyle bir balık görmemiştim. Çınar beni okyanusa getirdiği zaman büyük balıklarla karşılaştığım olmuştu elbet ama bu onlara göre çok vahşiydi. Kocaman dişleri ve iri gözleriyle her an seni parçalayabilirim diyordu. Çığlık atıp kaçmaya çalıştığımda Çınar beni yakalayıp durdurdu.

"Dur Aura kaçma! Sana zarar vermez. Sakin ol." derken ben kendime Çınar ve Joseph'ten bir set yapmış balığın gitmesi bekliyordum. Balık biraz oyalandıktan sonra kumun altından çıkan yavruları bekledi. Hepsi balığa yapışınca camdan çıkıp kayboldular. Eğer bu balığın yerinde başka bir canlı olsaydı mesela yunus, çok daha sevecen bakabilirdim.

Çınar "Seni yavrularına yem etmediği için şanslısın." derken pis pis sırıtıyordu. Koluna bir yumruk geçirirken "Neden yavruları olduğunu söylemedin? Veya beni uyarmadın? Korkudan öldüm burda." dedim.

Joseph atıldı. "Bir dahaki sefere ağzını kapatmayı unutmayalım. Yoksa daha Büyük Okyanus'a varamadan sayende balıklara yem olacağız." İkisi de gülmeye devam ediyordu. Ellerimi belime koyup "Aman ne güzel." dedim ve tahta -yosun kütlesi desek daha doğru olur- kapıyı açmak için zorladım. Biraz sertçe çeker çekmez tüm kumlar üstüme boşaldı. Ben kurtulmaya çalışırken onlar gülmekten yerlere yatmışlardı. Kumların altından çıkar çıkmaz elime geçirdiğim midye kabuklarını onlara fırlattım. Tabi onlar daha çok gülmeye başladı. Ben de dayanamayıp gülmeye başladım. Arkama baktığımda bir kez daha korkup çığlığı basmamak için kendimi zor tuttum.

"Ah, seni ürkütmek istememiştim ama birinin çığlık attığına yemin edebilirim. Merak edip ne olduğuna bakmak istedim." Başta kıza aptal aptal baksam da sonra kendimi toparlayıp konuştum. "Çığlık atan bendim. Üzgünüm. Bir balık beni ürküttü de." Bu kızı hatırladım. Hint Okyanusu'na ilk adım attığımda onu midye toplarken görmüştüm.

"Şu küçük yaramazlar. Onlara dikkat etmelisin. Aç olduklarında oldukça tehlikeli olabiliyorlar."

"Evet, tahmin edebiliyorum."

Kız bana gülümseyip arkama baktı. Çınar ve Joseph'i fark edince devam etti. "Ne aptalım kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Nur. Hint Okyanusu'nda merkez toplayıcılarından biriyim. Siz de.." Joseph sözünü tamamladı. "Saraydan gelen grubuz." Son cümlesini kısık sesle, yalnız bizim duyabileceğimiz yükseklikte söylemeye özen gösterdi. Nur gülümsedi. "Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım. Sıkılmaya başlamıştım. Hadi gidelim." gülümseyerek teker teker bize baktı. Çınar'a göz kırpmasıda gözümden kaçmamıştı.

Joseph önden buyurun dercesine elini açık cama doğru yöneltti. Nur önden biz arkadan yola koyulduk.

Bu defa aşağı değil, yukarı doğru tırmandık. Yukarı çıktıkça etraf daha da renklendi. Önce bilmediğim türde bir balık dikkatimi çekti. Bu balığı bir yerden hatırlıyordum sanki.

Tabi ya bu Fangtooth adındaki balıktı. Hayranlıkla bakakaldim. Fangtooth'ları okul ödevim için araştırıp resmetmiştim. Bunlar 18 santimetre uzunluğunda ve on altı bin metre derinlikte yaşayabilen canlılardı. "Vay be." Ağzım açık kalmıştı. Birgün onları göreceğim, özelliklede on altı bin metre derinlikte yüzeceğim aklımın ucundan geçmezdi.

Balıklara bakarken geride kalmıştım. Yetişmem için Çınar yavaşlayıp beni çekiştirdi. "Sürüden ayrılanı kurt kapar diye bir söz duymadın mı sen hiç?"

Güldüm. "Bunu bir su perisinden duymak garip."

"Ne yapalım, seni gözetlemek için etrafında dolanırken insanlarla biraz fazla zaman geçirmem gerekti."

"Beni gözetirken sıkılmadığını söylemiştin. Peki suyu hiç özlemedin mi? Ve kuyruğunu?" derken pullarına dokunmak istemiştim. O kadar güzel görünüyorlardıki. Hayran hayran baktığımı fark edince gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Çınar'ın fark etmediğini umarak cevap vermesini bekledim.

"Aslında özlemediğimi söyleyemem. Fakatt.. Yeryüzünde olmak bambaşka bir duygu. Kendimi bazen çıplak gibi hissetsem de havanın tenime doğrudan temasını hissetmek, güneşin tatlı dokunuşunun tadına bakmak her şeye bedeldi." Birden heyecanlanarak konuşmaya başladı. Anlatırken yeryüzünü özlediği belli oluyordu.

"Hep yeryüzünü hayal etmiştim. Babam bana yağmurun ve karın yağışını anlatırdı. Yağmurda dolaşan insanların mutluluklarından bahsederdi. Bense hiç anlam veremezdim. Suyun içinde olmak varken nasıl birkaç damla su insana huzur verir diye hep düşünmüştüm. Ama anlattıklarından daha güzelmiş." Birkaç büyük kayalıktan sağa doğru kıvrıldık.

"Bu görevden önce hiç gitmemiş miydin?"

"Hayır. Heat bunun çok tehlikeli olabileceği hakkında beni uyarmıştı."

"Senin yerinde olsaydım mutlaka kaçardım."

"Denemedim mi sanıyorsun?" gülmeye başladık. "Babam beni yakaladı. Seni uyarmıştım diyerek beni azarladı."

"Uyaran Heat değil miydi?"

"Evet, Heat benim babam." Kaşlarımı kaldırıp "waow" dedim.

"Neden şaşırdın?"

"Baban olabileceğini hiç düşünmemiştim."

Derinlerdeki YasakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin