10. Bölüm

339 14 10
                                    

Keskin bir acıyla açtım gözlerimi. Bu da neydi böyle? Her yer kıpkırmızı olmuştu. Karanlıktı, fakat bir o kadar da canlı bir kırmızı hakimdi etrafa. Acıdan ve kırmızılıktan başka bir şey düşünemiyordum ki bir karaltı çarptı gözüme. Biri vardı. Gözlerimi kısarak kim olduğunu anlamaya çalıştığımda yüzü göz yaşlarıyla kaplı olan Nur'u gördüm. Elleriyle başını tutuyordu. Ağlaması giderek şiddetlenirken içimde bir şeyler koptu, o ise saçlarını yolmaya haykırmaya başlamıştı. Sanki birinin yasını tutuyordu. Ona doğru gitmek istediğimde küçük bir inlemeden başkası çıkmadı ağzımdan. Nur'un görüntüsü benden uzaklaşırken karanlığın içinde ağlayan bir yüz daha çıktı ortaya. Çınar bana doğru yaklaşırken ağlıyordu. Fakat o, Nur'un aksine bana bakarak ağlıyor, bana ulaşmaya çalışıyordu. Bağırıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Dudaklarını okumayı denedim ama yapamadım. Kırmızılık her yeri kaplamıştı. Çınar'ı görmek zorlaşıyordu. Elimi boğazıma götürdüm. Nefes alamıyordum. Canım yanıyordu. Bedenimi hissetmiyordum. Sanki paramparça oluyordum. Sudaki kırmızılıkla bende dağılıyordum.

Çınar'ın arkasından bir kadın ortaya çıktı. Kulaklarımda çirkin kahkahası yankılanıyordu. Karanlıkta yüzünü görmeye çalışırken elinde parıldayan hançer gözlerimi aldı. O haykırdıkça daha hızlı hareket etmeye, etrafımda dönmeye başlıyordu. Çınar'ın kendini paraladığını, nasıl can havliyle bana ulaşmaya çalıştığını görebiliyordum. Elimi güçlükle boğazımdan ayırıp ona doğru uzattım. Kanlar içindeki elimi görünce dehşete düştüm. Bir elime, bir Çınar'a baktım. Neredeyse ona ulaştığımı düşünmüştüm ki kanlar beni bilinmezliğe sürükledi. Ruhumun geriye çekildiğini hissettim. Kadının girdabında boğulurken Çınar'ın "gitme" diyen ağlak sesini güçlükle duyabildim.

Kulaklarımı sağır edecek yükseklikte atan kalbimin sesi dinerken sarsıldığımı zar zor fark edip gözlerimi açabildim Çınar'ın dehşet saçan gözlerini görünce irkildim. Elim otomatik olarak boğazıma gitti. Nefesimi kontrol ettiğimde derin bir oh çektim. "Kabusmuş."

"Iyi misin?"

Kafamı salladım. Doğrulup oturmaya çalıştım ama bedenim bana itaat etmedi her yerim zangır zangır titriyordu. Beceriksizce doğrulurken Çınar yardım etti. Kanlı ellerim hala gözümün önündeydi. Titreyen ellerime baktığımda rüya tekrar tekrar gözümde canlanıyordu sanki. Gözlerim karardı. Kendimi toparlamam gittikçe güçleşiyordu. Bu kadar zayıf olduğuma inanamadım. Çınar yine bir şeyler söylüyordu ve beynim yine algılamakta inat ediyordu. Bir müddet öylece oturduktan sonra kendime gelebildim.

"Daha iyi misin?"

"Evet." Odayı taradım. "Nur nerede?"

"Şey, aşağı gelsen iyi olacak." Kalp atışlarım yeniden hızlanmaya başladı. İçimdeki kötü hisi bastıramadım. Var gücümle kendimi odadan dışarı attım.

Duyduğum uğultu doğrultusunda evden çıktım.

"Olamaz." Diye geçirdim içimden. Yine o bulanıklık. Yine göz yaşları.

Meraklı ve bir o kadarda üzgün, neredeyse bitkin gözler sarmıştı evin çevresini. Birkaç su perisi itekleyip suyu boyamış kırmızılığa doğru ilerledim.

Biliyordum. Yeni bir ölümün olduğunu biliyordum. Tek istediğim bunun Nur veya Joseph olmamasıydı. Bunu isteyerek diğer su perilerine haksızlık mı ediyordum bilmiyordum ama içimden geçen buydu.

"Yerde yatan Nur'un kuzeni Leo'ydu. Nur hemen yanında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Görüntünün rüyamdan tek farkı daha net olmasıydı. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Gözümü Leo'nun bedeninden ayrılmış kafasından ayıramıyordum. Yüzü huzurluydu. Hep bunu bekliyormuş hissine kapılmaktan kendimi alamadım.

Nur'un yanına gidip sarıldım. O da beni bekliyormuş olacak ki bana sımsıkı sarıldı. Öyle acılı ağlıyordu ki.. İçimi kaplayan hüzün asla yok olmayacakmış gibiydi.

Nur'u teselli etmek istiyordum. Ama ne diyebilirdim ki. Biyolojik ailem beni bıraktığında, bakıcı ailem terk ettiğinde ben kendimi teselli edebilmiş miydim ki Nur'u teselli edecektim. Onun acısını anlayamazdım sadece izleyebilirdim. Evet, sevdiklerim beni terk etmişti ama hiçbirini kanlar içinde görmemiştim. Bu acıyı bilemezdim.

~ ~ ~

Geçen on dakika zarfında kalabalık iyice çoğalmıştı. Nur ağladıkça insanlar toplanıyordu. Etrafıma dikkatlice baktığımda artık insanların üç kat artmış olduğunu gördüm. Bu kadar insan nereden çıkmıştı böyle. Bütün korkmuş gözler cesedin üstündeydi. Bu insanlarda beni ürküten bir şey vardı. Sanki hepsi kötü bir enerji yayıyor ve ben bunu içime çekiyordum. Birden gözüm bir şeye takıldı. Kalabalığın ilerleyen kısımlarında bir adamın bana bakışını yakaladım. Ona baktığımı fark eder etmez gözlerini çevirmiş ve sanki olduğu yere sinmiş gibi görüşüm bulanıklaştı. Halbuki adamın kıpırdadığı da yoktu. Kalabalıkta göz gezdirdim. Herkes dehşete kapılmış görünüyordu ki bu çok olağandı.

Karşımdaki dehşet saçan manzaraya rağmen içimde bir sıcaklık, bir rahatlama hissi oluştu ve omzumda bir el hissettim. Bunun Çınar'ın eli olduğunu görünce rahatladım. Yalnız olmadığımı hissettim.

Gözüm tekrar, istemsiz bi şekilde kalabalığı tarayıp o adamı buldu. Içimde daha önce görmüşüm gibi bir his vardı. Anlam veremedim. Adamın bakışları cesedin üzerindeydi. Sonra paranoyaklaştığımı düşünerek kafamı çevirdim.

Insanlar fısıldaşmaya başlamışlardı. Yavaş yavaş uğultu büyüyordu. Birkaç kişi neler olduğunu görmek için kalabalığı yararak öne çıktı. Durumu görenlerin bir kısmı küfürler savurdu, bir kısmı da söylenerek huzursuzca kıpırdamaya başladılar. Korkuları gözlerinden okunuyordu.

Yaşlı bir kadın "Yine başlıyoruz. Hazırlıklı olun. " dedi ve kalabalığın içinden sessizce kayboldu.

Joseph yanımıza yaklaşırken nereden geldiğini merak ettim. Çınar'a doğru eğilerek "Artık gömmeliyiz, vakti dolmak üzere" dedi.

Joseph elindeki siyah naylonu, az önce küfür eden çocuklara uzattı ve Leo'yu yerden kaldırmak için yardım etmeye başladı. Leo'yu kaldırırlarken kumların arasında minik parıltı gözüme çarptı. Ne olduğuna bakmak istedim ama ne sol omzumda ağlayan Nur'u, ne de sağımdaki Çınar'ı bırakıp gidemedim.

Joseph ve ekibi Leo'yu görünmeyecek şekilde kamufle ettiklerinde kalabalıkta dağılmıştı. Ortaya çıkmaları gibi kaybolmaları da bir olmuştu. Fakat etraftaki kan olduğu gibi duruyordu. Nur Çınar'a ve bana dönerek konuşmaya başladı. "Sizin gitmeniz gerek. Leo'yu gömdükten sonra peşinizden gelirim. Büyük Okyanus'a gecikmemelisiniz." Sesinin düzgün çıkması için çabalıyordu ama yapamıyordu. Gözleri kan çanağı gibi olmuştu. Çınar sessiz kaldı. Söz söyleme sırası belli ki bendeydi. "Görev biraz bekleyebilir. Seni burada bırakamayız." Dedim. Çınar da kafasını sallayınca rahatladım. Nur yine ağlamaya başladı.

On dakikalık yürüyüşümüzün ardından büyük bir mezarlığa girdik. Her yerde büyük ve yüksek kayalıklar, üstlerini kaplamış yukarıya uzanan yosun kütleleri ve ne olduğunu bilmediğim bir sürü uzun ağaca benzer bitkiler vardı. Kayaların diplerinde mezarlar bulunuyordu ve mezarlığa yoğun bir karanlık hakimdi. Mezarların belirgin olması adına başlarına isim yazan uzun kayalar yerleştirilmişti. Fakat çoğu yosun saldırısına uğradığından okunmuyordu. Önceden açılmış boş mezara Leo'yu yerleştirdiler. Joseph kapatmak için acele ediyordu. Leo'nun üstünü örtmeye başladıkları sırada bir huzur dalgası vücuduma akın etti. Böyle bir hisle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Ilk başta bedenimde şok etkisi yarattı. Bir saniyeliğine dünyadan kopmuşum gibi hissettim. Aniden bir karanlığa gömüldüm ve yine aniden içime yayılan huzurla kendime geldim.

Derinlerdeki YasakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin