16. Bölüm

59 3 2
                                    

Bu iki yaşlının göz yaşlarından mı yoksa bana hissettirdikleri duygulardan mı kaçmıştım emin olamadım. Tek istediğim oradan uzaklaşmaktı. Belki duyduklarımı hazmedememiştim. İnci hakkında konuşulanlar beni kırmış mıydı yani? Ne bekliyordumki Çınar'ın dediği gibi herkes tarafından sevilen ama beni terk eden bir anne bulup bağrıma basmayı mı? Hayır. Sadece gerçekleri öğrenmek istiyordum ait olduğum hayatı öğrenmek istiyordum, en önemliside İnci ile yüzleşmek ve bakıcı ailemin neden beni terk ettiğini öğrenmek istiyordum. Beni terk eden bir anne istemiyordum ben. Beni sahiplenen bakan ailemi istiyordum ve bunun için elimden gelenide yapacaktım.
Evden çıkıp kalabalık sokaklarda yürümeye başladım. Nur ortalarda yoktu. Bekleyeceğini söylemişti. Dostum mu demiştim ben ona? İnsanlara güvenilmeyeceğini yıllar önce öğrenen ben daha kim olduğunu bilmediğim bir kıza dostum mu demiştim yani? Ne iyi bir başlangıç ama.
Sadece yaşlı bir çiftten duyduklarımın doğruluğunu kabul etmem normal hayatta kabul göremezdi benim için. Lakin bunun normal bir hayat olduğuda söylenemezdi ki güvenmeye başladığım tek şey yeni kavuştuğum hislerimdi. Su perilerini hissedebilme yetime güvenmeye başlamıştım. Çünkü bana uç noktada etki ediyorlardı. İçimi derinlemesine sızlatıp hızla sarmalıyorlardı.

Bir sokak daha geçtim.

Annem iyi biri gibi görünmüyordu. Halk için çabalamamıştı. Gabriela halkı için çabalamış kendini sevdirmiş gibi görünüyordu ki Melanie'nin söylediklerini hala unutmuş değildim. Ela Gabriela'nın manevi kızıydı. Benim için sorun olur muydu bilmiyordum. Çınar ve Joseph başlı başına bir vakaydı. İnci'ye nasıl ulaşırım zaten bilmiyordum. He birde Tuas denilen adam gelecekmiş nedenini öğrenmem gerekiyordu. Öğrenmem gereken bu kadar şey varken insan nasıl olurda sakin durabilirdi. Neredeyse stresten patlayacaktım. Yeryüzüne gidip kapı kapı ailemi arasam daha mı kolay olurdu ?
Çınar ve Joseph ile ilk konuştuğum zamanlar geçiyordu gözümün önünden. Bana ilk söyledikleri şeyler.. Melezler azlarmış, bazıları ruh transferi yaparlarmış, hepsi su yüzeyine çıkamazmış.. Şimdilik her şey yalan üzerine kurulu görünüyordu. Madem benden bir şeyleri gizlemek yada yalan söylemek onlar için bu kadar basitti, bende bu oyunu kendi kurallarıma göre oynayacaktım. Beni fazla mı saf gördüler acaba diye düşünmeden edemedim.
Girdiğim yosun kaplı karanlık sokaklarda ağır adımlarla ilerlerken karanlığın içinden gölge gibi çıkan Çınar'ı gördüm. Yanında daaa, evet Ela vardı ve bana doğru yaklaştıkça kararlı kararlı bir şeyler konuştuklarını gördüm. Beni görmeleri an meselesiydi. Sağımdaki ilk araya girdim. Sabah benimle konuşmamasını yadırgamış şimdi ise ondan kaçıyordum. Bulunduğumuz sokak çok dardı köşede bulduğum bir kayanın arkasına saklandım ve beni fark etmeden geçmelerini diledim. Ela ile tekrar karşılaşmak istemiyordum, Çınar ise bana yalan söylemişti Heat'ın çıkarı uğruna beni kardırmıştı. Heat İnci'nin dostu olduğunu söylemişti. Fakat İnci'ninde güvenilir olduğu tam bir muammaydı. Tabi Çınar'da Heat'in oğluydu. Tanrım her şey birbirine girmişti. Kimseye güvenmeyecektim, evet kimseye güvenmeyecektim.
Benim bulunduğum dar sokağın önüne geldiklerinde durmuşlardı. Lanet olsun. Beni görmeleri kaçınılmaz olmuştu. Kuyruğum ağrıyor diye yalan mı söylesem diye düşünmeye başlamıştımki arkamdan birinin bana seslendiğini duydum. Kısık sesle Aura diye sesleniyordu. Karanlıkta yüzünü seçemedim. Seçsemde zaten kimi tanıyordum ki. Bana yaklaşıp eliyle sus işareti yaptı ve kolumdan tutup beni farkına varmadığım bir kapıya sürükledi. Sesimi çıkaramadım sadece beni gizlemesine izin verdim. GEçtiğimiz kapının ardında minik bir koridar vardı. Sonundan ise minik bir ışık hüznesi bana el sallıyordu. Tanımadığım bu yabancı bana gel işareti yaptı ve ışığa doğru ilerledim. Işığın önüne gelince benim yaşlarımda görünen ama sert bir yüz ifadesi olan iri yapılı bu çocuğun duvardaki delikten bakmamı işaret etmesiyle başımı o yöne çevirdim. Çınar ve Ela'nın tam önümüzde durup konuştuğunu görünce merakım arttı, ikimiz de dinlemeye başladık.
Ela umursamaz gözlerle Çınar'ın dinliyordu. Ne söylediğini anlayamadan Ela konuşmaya başladı. "Çınar daha ne kadar aynı şeyi söyleyeceksin. Bu yalanlarını başkasına sakla tamam mı. Seni tanıyorum, nasıl bir yalancı olduğunuda gayet iyi biliyorum. O yüzden bana gerçeği söyle."
"Neden inanmıyorsun zaten gerçeği söylüyorum." Diyerek boyun büktü. Üzgün üzgün Ela'ya bakıyordu.
"Çınar. Şuan sinirlerimle oynuyorsun farkında mısın? Son kez soruyorum. O kızı buraya neden getirdiniz? " dişlerini sıkarak konuşmasıyla her an atağa geçecek gibi duruyordu.
"Heat Aura'ın buraya ait olduğunu söylüyor. O yıllar önce ailesi ölen bir kız sadece, melez değil. İnan bana."
"Yeter artık bu saçmalığı kes. Çocuk yok senin karşında. Onun İnci'nin kızı olduğunu hepimiz biliyoruz. Tek akıllının sen olduğunu mu sanıyorsun?"
"İnanmazsan inanma be seninle mi uğraşıcam ben gidiyorum."diyerek gitmeye kalktı ki Nur onu kolundan yakalayıp duvara çarptı.
"Vay canına." Hemen ağzımı kapattım. Ela neredeyse Çınar'ı burnumuzun dibine sokmuştu.
"Bu fevri hareketlerine yeterince katlandım Çınar Bey. Eğer Aura'ya bilmesi gerekenden fazla şey söylerseniz yada onu teşvik ederseniz sana yemin ederim, zayıfların enerjini son damlasına kadar emmelerini izlerken gözümü bile kırpmam."
Çınar'ın Ela'ya pis pis baktığını gördüğümde midem bulandı. Bir dudaklarına bir gözlerine bakıp konuşmaya başladı. "Güzelim, bu konuşmayı Joseph'e neden yapmıyorsun? Yoksaaa.."
"Sakın devamını getireyim deme! " Çınar'ı ittirdi. "Şimdi defol git! "
Çınar Ela'ya bakıp güldü ve sallana sallana oradan uzaklaştı. Duyduklarım karşısında ufak çaplı bir şoka girdim. Burda olmamam mı gerekiyordu yani? Ama neden ? Çınar sandığım gibi biri değildi, yalancının tekiydi ve bunu bilmeyen tek bendim sanırım. Nasıl bu kadar salak olabildim?
Çınar gözden kaybolunca Ela ne yapacağını bilmez etrafına baktı. Ardından oda gözden kayboldu. Benden gizledikleri şeyi öğrenmeliydim. Kafamı çevirince yanımdaki çocuğun beni izlediğini görüp geriledim. "Sen kimsin? "
Gülümseyerek elini uzattı. "Ben Tuas."
"Aura."elini sıktım. "Geleceğinizi duymuştum."
"Erken gelmek planlarım arasında değildi. Fakat, görüyorum ki tam zamanında gelmişim."
Gülüşüyle bende gülümsemeden edemedim. Gözlerini gözlerime kilitlemiş konuşmamı bekliyordu. Bense diyecek bir şey bulamamış sadece bakıyordum. "Ee onlardan gizlendiğimi nereden anladınız? Sokak kalabalıktı."
"Sizi tanıyorum. Çınar ve arkadaşlarının sizi sualtına Hint Okyanusu'na, oradanda bu sulara getirdiğini biliyorum. Dolayısıyla onlardan gizlendiğinizi anlamak zor olmadı."
"A ama nasıl?" Nasıl olurda bunları bilebilirdi daha geleli ne kadar olmuştu ki hem beni hiç görmemişti.
"Bu okyanusun güvenliği bizden sorulur kim girdi kim çıktı biliriz. İstihbaratımız sağlam."deyip güldü.
"Baya sağlammış." Bende güldüm."Yalnız anlamadığım bir nokta var."
"Nedir? "
"Sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum. Siz ise beni tanıyorsunuz. Bu nasıl oluyor? "
"Leo'nun cenazesine son anda yetişmiştim. Benim adamlarımsa önceden oradaydılar sizin kim olduğunuzu öğrenmeleri zor olmadı. Cenazeye yetiştiğimde sizi gösterdiler. Beni fark etmediğinize eminim. Adamlarım kadar yakında değildim."
Cenazede beni izleyen adamı hatırladım. Demek paranoyak değilmişim. "Anladım."
"Ah afedersin daha aydınlık bir yere geçelim mi? " nazik bir şekilde bir elini öne doğru uzatıp yolu gösterdi. İçinde bulunduğumuz ürkütücü salondan ayrılıp küçük bir o kadar da geniş bahçeye adım attık. Gözlerime hücüm eden ışığa alışmaya çalışırken etrafımızı çevreleyen çok hoş çiçeklerin büyüleyici güzelliğiyle adeta sarhoş olmuştum. Su altında böyle bir bahçe düşünemezdim. Rengarenk papatyalara benzeyen çiçekler normalinin beş kat büyüğüydü. Bahçeyi müthiş bir kokuyla sarmışlardı. Uzun zamandır böyle huzurla dolduğumu hatırlamıyordum. İster istemez gülüyordum ve Tuas'ın da bana bakıp gülümsediğini görünce çok utandım.
"Oturmaz mısın?"
Başımı sallayıp oturdum. "Burası, harika." Doğru kelimeleri seçememiştim. Bu güzellik nasıl dile getirilirdi bilmiyordum. Yerlere gömülü ışıldayan taşlar çiçeklere öyle müthiş bir görünüm veriyordu ki. Hayran hayran bakmamak elde değildi. Oturduğum masa kayadan yontulmuş incecik ve zarifti. Aslında şaşırmamam gerekirdi. Sonuçta burasıda yeryüzü gibi ayrı bir dünyaydı. Yine de gördüklerim beni benden alıyordu.
"Burası harika bir yer."
"Evet bencede. Küçük ama huzur verici."
"Kesinlikle, ruhumun dinlendiğini hissediyorum. Sanki.. Huzur kadar enerjide aşılıyor."
"Bu çiçekler her yerde bulunmazlar. Nadir yerlerde çıkarlar ve alıp başka bir yere koyamazsın hemen ölürler. Az önce çok doğru söyledin. Bulundukları yere enerji yayarlar. Bir yerde bulunuyorlarsa bir sebebi vardır."
"Nasıl yani anlamadım."
" Bunların adı Suyun Kalbi. Su perilerinin enerjileriyle bir bağı olduğu söyleniyor. En saf duyguların varlığıyla hayat bulurlarmış. İyiliğin olmadığı yerlerde bunlardan göremezsin. Bir hafta önceye kadar burası boş bir bahçeydi. "
Çiçeklerden gözümü alamıyordum. "Burayı boş düşünemiyorum."
"Burada olmadıklarında sıradan bir bahçeden farksız. Huzur yoksunu bir bahçe. Mevcut olan tek şey koca bir boşluk. "
"Ömürleri ne kadar? "
"Bahsettiğim temiz duygular burada var olduğu müddetçe suyun kalbi atmaya devam edecek. Şuan yeniden hayat bulmuş gibiler." Gözlerini benden almadan konuşması beni iyice utandırmıştı ama hoşuma gitmiyorda değildi. Farkında mıydı bilmiyorum, ruhumu okşuyordu.
"Bir hafta önce boştu dedin. Burada mıydın? Bana henüz geleceğin söylendi."
"Bir hafta önce geldim buraya. Saraya da geleceğimi bildirdim sadece."
Anladım dercesini başımla onayladım. Burada kalmak için bir nedenim yoktu fakat gitmekte istemiyordum.
"Aura bir şey sormak istiyorum iznin olursa."
Bu kibarlığa izin verilmez miydi hiç. Neyseki düşüncemi söyleyecek kadar erkek düşkünü değildim. "Tabi sizi dinliyorum."
"Bana sen diye hitap edebilirsin. İstersen adımıda söyle benim için sorun olmaz."
Neden sürekli gözlerimin içine bakarak konuşuyordu ki sanki. Nasıl hayır diyebilirdim bu bakışlara. Tanrım..
"Peki, Tuas. Dinliyorum " gülümsedim.
"Şey, sualtında yenisin biliyorum. Hiç arkadaş edindin mi? Yanii senin için zor olmalı. Beni yanlış anlamanı istemiyorum senin düşmanın falan değilim, kötü bir niyetimde yok sadecee.. seninle konuşmak istiyorum. Arkadaşça. Eğer senin içinde sorun olmazsa? "
Hayatımda yeni bir arkadaşa yer var mıydı? Bir dakika. Yeni mi? Benim eski bir arkadaşım bile yoktu ki. Benim hiç arkadaşım yoktu. Joseph, Çınar ve Nur bunların arkadaşım olabileceğini düşünmekle hata etmiştim. "Aslında.." kelimeler bir türlü çıkmıyordu. Sanki boğazıma dizilmiş bana inat yapıyorlardı. "Aslında buna çok sevinirim. Yani, benim arkadaşım olduğu söylenemez. "
"Hint Okyanusu'ndan birkaç kişiyle geldiğini gördüm."
"Evet. Aslına bakarsan onlar benimle değil ben onlarla birlikte geldim. Kimseyi tanımıyorum. Peşine takıldığım insanları bile tanıdığımı sanmıyorum." Çiçeklerin içime verdiği huzurla baya rahatlamıştım. Tuas benim nereden geldiğimi zaten biliyordu. Bunu kendi söylemişti o yüzden kimliğimi gizlemem bir şey ifade etmezdi.
"Sana yardım etmek istiyorum Aura. Ne kadar yalnız olduğunu tahmin edebiliyorum ve seni kullanmak istediklerini de gayet iyi biliyorum."
Aslında bunu söylemesine gerek yoktu bana söylenen yalanlar sadece beni kullanma amaçlı olduklarını net olarak gösteriyordu.
"Bunu bende biliyorum. Farkına vardım. Yalnız bir sorun var."
Nedir dercesine dudaklarını büküp kaşını kaldırdı.
"Beni ne için kullanmak istiyorlar. Ben onlar için ne yapabilirim bilmiyorum. Sualtına gelmekle doğru mu yaptım bilmiyorum."
"Sen yapman gerekeni yaptın, gerçeklerin peşinden geldin. Ben olsam bende gerçekleri öğrenmek isterdim."
Benim kararımı desteklesede içimdeki stres varlığını koruyordu. "İyi ama benden ne istiyorlar?"
"Seni değil anneni istiyorlar."

Derinlerdeki YasakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin