20. Bölüm

46 3 4
                                    

  Tuas yemek salonuna gidip karnımı doyurmamı söyledi ve yanımdan ayrıldı. Yeryüzünde olsaydım yanıma küçük bir valiz alırdım. Yiyecek, giyecek vs. ihtiyaç çoktu. Fakat söz konusu sualtı olunca nasıl bir hazırlık içine girmem gerektiğini bilemedim. Bu nedenle de Tuas ne derse onu yapıyordum. Bir an kendimi köle gibi hissetsemde bunun yanlış olduğunu bildiğimden bu düşünceyi kafamdan uzaklaştırdım. Aslına bakılırsa burası da ayrı bir dünyaydı. Tıpkı yeryüzü gibi enfes bir dünya. Gezip yeni yerler görme fırsatım olmamıştı henüz fakat gördüğüm kadarıyla zaten büyülenmiştim. Sualtına yolculuğa çıktığımda kayaların girintilerinde, oyuklarında yaşayan balıklar gelmişti aklıma. Utanarak söylüyorum, onlar gibi olacağımı düşünmüş olabilirim. Yine de suya olan aşkımdan ve ailemi bulma isteğimden kabul etmiştim buraya gelmeyi. Evet, belki tehlikedeydim fakat, sanırım burda olmaya değerdi.
    Ben bu düşüncelerle dolmuşken çabucak yemek salonuna gelmiştim. Yarı dolu olarak karşımda duruyordu. Nur, Joseph ve Çınar oturmuş beni bekliyorlarmış hissine kapılmıştım. Sadece bir an. Aslında tanıdığım kimse olmamasına içerlemedim bu defa. Kime güvensem ardı gelmiyordu zaten. Birilerinin beni heran yaralayacağını veya onları heran kaybedebiliceğimi düşünüp kalbimin sıkışmasındansa hiç var olmamaları daha iyiydi. Düşmanlarım şimdiden İnci sayesinde sıraya dizilmiş beni bekliyorlardı. Belki de oltalarını atmış ağlarına takılmamı düşlüyorlardı. Bilemezdim. Yine de en azından nettiler. Niyetleri belliydi. Çınar yada Nur gibi sahte değildiler veya Joseph gibi yalancı değildiler.
    Ruhumun lekelendiğini hissediyordum. Güven duygumu sarsmışlardı. Artık ciddi anlamda güvenmekten, sevmekten korkuyordum.
    Düşüncelerim bedenimi çevrelemiş ona yön veriyordu. Yemeklere odaklandım. Bana bakan birkaç yüz de silikleşti gözlerimde. Koskoca salonda tek ben varmışım gibi hissediyordum. Yemeğimi alıp ilk gördüğüm yere oturdum. Kafamdakileri rafa kaldırıp yolculuğuma odaklanmak istedim. Ve sanırım başardım. Şimdiyse daha bir strese girmiştim sanki. Bütün yolculuk boyu yanımda Tuas ve Joseph olacaktı. Düşününce gözüme çok garip geldi. İçimden sorunsuz bir yolculuk geçirmeyi diledim.
    Ben dalmış yemeğimi yerken tepsimde neredeyse her şey bitmişti. Ufak kırıntılar dışında ne varsa mideme indirmiştim. Kendimi göbekli bir superisi olarak hayal ettim de.. Tek kelimeyle iğrençti. Kendi  kendime güldüm.
    Salondan çıkarken Joseph geldi. Gülümseyerek konuştu. "Nasılsın? "
    "Heyecanlı. Sen nasılsın? " dedim kaşlarımı kaldırarak.
    "Tahmin edebiliyorum. Ben iyiyim sakinim, gitmek için bekliyorum."dedi aynı şekilde. "Karnını doyurdun mu? Uzun bir yolculuk olacak? "
    "Evet baya yedim hemde." dedim elimle karnımı tutarak. "Sen yemeyecek misin?"
    Anlaşılan Joseph bugün iyi günündeydi. Devamlı gülücükler saçtığına göre öyle olmalıydı. Yada Gabriela ile konuşması güzel geçmişti. Merak duygum su yüzüne çıksada bastırdım.
    "Yeni yedim sayılır hala şişim."dedi beni taklit ederek karnını gösterdi. Gerçe o duvar gibi sert karında hiçbir farklılık yoktu. Olmasınıda beklemiyordum açıkçası. "Bahçeye çıkalım mı? Tuas'la orada buluşuruz."
    "Tabi."dedim eliyle gösterdiği kapıdan geçerek ve ilerlemeye başladık. "Joseph, Nur neden bizimle gelmiyor?"
    "Gabriela'nın onunla ilgili başka planları var."dedi aldırmayarak.
    Sadece merak etmiştim. Konuyu değiştirme ihtiyacı duydum."Oraya hiç gittin mi?"
    "Radix'e mi?" Başımı salladım. "Evet bir defa gitmiştim. Bir günlük yolumuz var sadece. Tabi molaları saymıyorum."
    "Ee orası nasıl bir yer? Burası gibi mi? " Aslında bunu Tuas'a sormak istiyordum ama merak etmiştim. Sabredemedim desem daha doğru olurdu.
    "Manzara söz konusu olunca muhteşem bir yer. Superilerini soruyorsannnn, biraz soğuklar. Yani yabancılardan pek hoşlanmazlar."
    "Seni ve Tuas'ı tanıdıklarını düşünürsek, ben baya yabancı kalıyorum o zaman."dedim somurtarak. " İstenmeyen kız olacağım yani."diye devam ettim.
    Sözlerim üzerine Joseph güldü. "Seni sevmeyeceklerini düşünmüyorum Aura."  Bakçedeki banka oturduk.
    "Ama ben yabancıyım. Beni tanımıyorlar."
    "Tanıştırırız."dedi gülerek. Gülümsemesi tüm yüzüne yayılmıştı. İlk defa onu böyle görüyordum. Gerçekten gülerken. Daha önce bana gülümsediğini anımsıyordum. Tabii bu anlar sınırlı sayıdaydı. Beynimi zorladığımda gözümün önüne sadece endişeli yüzü geliyordu.
    Aklıma birden dank etti. Çınar'ın Hint Okyanusu'na gönderilip gönderilmeyeceğini sormamıştım. Öğrenmeliydim. Tam ağzımı açıyordum ki vazgeçip sustum. Joseph'in yüzü gülerken bu konuyu açmak onun canını sıkmaktan başka bir işe yaramazdı. Bende onun baktığı yere, sarayın bahçesindeki ağaçlık alana baktım. Ağaç dediğim sualtındaki ağaçlardan bahsediyorum. Tam olarak yeryüzündekilerle aynı olmasalarda onların büyüklüğündeydiler. Farkı gövdelerinin yerin altında olmasıydı. Yerden fışkırmış gibi duruyordu ve gerçekten güzeldiler.
    Sarayın bahçesi oldukça büyüktü. Bizde tam ortasında çiçeklerle iç içe olan banka oturmuştuk. Arkamızda hoş bir kemer, karşımızda ise iki sıra halinde ağaçların olduğu bir yol gidiyordu. Sonunun nereye vardığını merek etmiştim. Daha önce ilgimi çekmemişti. Daha doğrusu önemsememiştim.
    "Joseph, orası nereye gidiyor? "
    Bakışlarını benim baktığım yere yöneltti. Dudakları kıvrıldı. "Daha önce gitmişsindir sanıyordum."
    Hayır anlamında başımı salladım.
    Oturduğu yerden kalktı ve elini uzattı. "Hala vaktimiz varken gösterebilirim."
    Kaşlarım istemsizce kalktı. Bir eline bir gözlerine baktım. "Şey, Tuas gelecek ama?"
    Boynunu büktü. Tıpkı bir çocuk gibi. Şirin olduğunu kabul etmeliyim. Tabii onu abim gibi görmeye başlamıştım artık. Şirinliği sadece aramızdaki buzları eritmeye yarıyordu. "Biz onu bekledik. Birazda o bekleyebilir."dedi gülüşü yayılırken. Bu fikir hoşuna gitmiş görünüyordu ve eli hala askıdaydı. Uzattığı elini tutup kalktım. Joseph önden ben arkadan patikaya girdik. Patika diyorum fakat toz toprak minik yolları kastetmiyorum. Burada her yer taştandı. Yani yerler tamamen taş döşenmişti. Sokaklar, caddeler geçtiğim her yer taş döşenmişti ve hiçbir oyuk yada çıkıntı yoktu. Buranın en sevdiğim yanı araç olmamasıydı. Kuyruklarımız yeterince sağlam ve hızlıyken bir araca ihtiyaç tabiiki yoktu. Patikaya gelince de, geçtiğim sokaklara oranla fazla dardı ve ağaçlarla çevrelendiğinden patika demek daha cazip geliyordu.
    Ağaçlık sağa doğru kıvrılıp uzun bir yokuş çıkıyordu. Emin olamayarak Joseph'e baktım. Oda kafamdaki soruyu anlamış olacak ki cevap verdi. "Fazla sürmeyecek Aura gel hadi." Elimi hala kurtarabilmiş değildim ve yokuşu çıktıkça ağırlaşan vücudumun destek alması iyi gelmişti. Bu yokuşla birlikte gözümdeki yeryüzü ve sualtı arasındaki koca fark tuzla buz olmuştu. Anlaşılan yerçekimi dünyanın her yerinde aynıydı.
    Yokuşun sonunda büyük bir açıklıkta buldum kendimi. Yerlerdeki ufak, hoş kokulu bitkiler ortamı büyüleyici kılmıştı fakat asıl büyüleyici olanı Joseph'in gözlerini takip edince fark ettim. Burası şehrin en güzel manzarasına sahipti. Şaşkın gözlerle şehri izledim. Sarayın büyüklüğü beni şaşırtmıştı. Anlaşılan ben sadece minik bir kısmında bulunmuştum. Evler ne kadar da nizamlıydı. Ordan oraya koşuşturan periler, askerler her şey hem çok uzak hem de bir o kadar yakındı sanki. Bakışlarımı sola doğru yönlendirdiğimde ikisi sıralar halinde birbiriyle keşişen sekiz binanın ortasındaki açıklık müthiş görünüyordu. Su perileri her yerdeydi ve öyle hızlıydılar ki takip etmek neredeyse imkansız görünüyordu. Bu benim Ela ile çarpıştığım sokak olmalıydı. Buraya oldukça uzak görünsede büyüklüğü, su perilerinin hızlı hareket edişi ve tek bir düzensizliğin olmayışı olağan dışı görünüyordu.
    Bakışlarımı gezdirince uzak da olsa tam karşımda duran mezarlık sisler içinde ki siyah bir bulutu andırıyordu. Oldukça büyük görüntüsü pullarımı sertleştirdi.
    Karşımda, sağımda, solumdaki büyük, ışıltılı tepeleri takip ederek etrafımda döndüm. Tam on taneydiler ve hepsi birbirinin aynısıydı. Joseph'e döndüm. "Onlar nedir? "
    Bakışlarımı takip etti. "Kuleler. Şehrin güvenliği için. Okyanusun her şehrinde vardır. Her şehirde onar tane. Olası bir saldırı gibi durumları önlemek için."
    "Joseph, her şehir dedin. Bu okyanusta toplam kaç şehir var?" Gülümsedi. "Sana birara coğrafya dersi vermemiz gerekebilir."dedi.
    Kaşlarımı çatarak baktım. "Senin güvenliğin için yani."dedi sırıtarak. "Aman ne komik."dedim kafamı çevirirken. O ise sırıtmaya devam ediyordu. "Bazen seninde melez olduğunu unutuyorum." dedi gülerek. "Her okyanusta toplam beş şehir vardır Aura. Buranın adı Centrum Universi. Kainatın merkezi demek. Radix ise diğer bir şehir."
    Haftalardır kaldığım şehrin adını yeni öğrenmek tuhaf gelmişti. Cevap vermedim. Sadece manzarayı izledim. Gitme vaktimiz gelmişti ve ben bir daha bu nefes kesici yere gelir miydim bilmiyordum. Buradan ayrılmadan içimde kalan soruyu sordum. "Çınar'ı gönderdiler mi?"
    "Henüz değil. Bu istisnai bir durum göndereceklerdir. Kendi okyanusuna gitmeli."dedi. Başımı sallamakla yetindim.
    Bir müddet sonra sarayın bahçesine geri döndük. Tuas gelmiş, sıradan askere oranla daha kalıplı bir kaç adamla konuşuyordu ki Tuas'ın ordu başındakileri görevlendirdiğini saniyeler sonra anlayabildim. Joseph ile banka geçip oturduk. Ardından Tuas yanında bir çocukla yanımıza geldi. "Merhaba."dedi gülümseyerek. "Bu Cercis."dedi yanındakini göstererek. "Bu da Aura ve Joseph. Belki hatırlarsın."
    "Evet hatırlıyorum."diyerek gülümsedi.
    Uzattığı elini sıktık. İçten bir gülümseyişi vardı. Sıcak kanlı görünmüştü gözüme. "Tanıştığıma memnun oldum. Size Radix yolculuğunda eşlik edeceğim. Aslında ben orda doğmuştum. Tuas Komutan'ın beni seçmesi muhteşem bir şey."derken Tuas'a baktı. Tuas da gülümsedi. Gözlerimizin buluşması içimde karıncaların dolaşmasına sebep oldu. "Ee gitmek için neyi bekliyoruz? " dedi heyecanla ellerini birbirine sürterken. Gözlerimi Tuas'tan ayırıp Cercis'e baktım. İçimden bir ses bu çocukla iyi anlaşacağımı söylüyordu.
    Yaklaşık iki saattir yoldaydık. Bu okyanusa geldiğim zamana oranla daha iyi bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Cercis ve Tuas yolculuğumuzu çekilebilir hale getiriyorlardı. Hatta bazen Joseph bile konuşmalara dahil oluyordu. Joseph'in bakışlarından Tuas'ı kıskandığını düşünmeye başlamıştım. Yinede neden Tuas'la konuşmaktan çekindiğini öğrenmek istiyordum. Abartmadan söyleyebilirim ki Cercis devamlı konuşuyordu. Tabi boş konuşmadığı için mutluydum çünkü merakla onu dinliyor, Tuas'la olan dialoglarını gülerek izliyordum. Tuas'ın yakın arkadaşı olduğunu düşünüyordum. Tuas'a sarayda komutanım desede şuan ikiside oldukça samimiydiler.
    Konuşmaların devamında Tuas ve Cercis'in küçükken aynı okula gittiklerini öğrendim. Gerçekten eğlenceli anıları olmuştu.  "Düşünebiliyor musun Aura kendini tam beş kızın ortasına attı. Hem de benim için. Oradan kurtulamayacağını düşünüp okul müdürüne sağlık ekiplerini çağırmalarını söylemiştim." Kahkahalarla yaşadıklarını anlatıyordu. Gülmekten karnım acımıştı. Beni en çokta Cercis'in anlatışı ve Tuas'ın verdiği tepkiler güldürüyordu. Tuas kaşlarını çatarak cevapladı. Aynı zamanda da gülüyordu. "Eğer kızların hepsine aşk mektubu yollayıp aynı yere çağırmasaydın ve de hepsinin akılsız olduğuna dair yazdığın mektubu okumalarını sağlamasaydın hepsi toplanıp senin üzerine yürümezdi. Bende kendimi feda etmezdim." dedi Cercis'e pis pis bakarken. Cercis ise kahkahasını daha da artırarak gülüyordu. "Ama Aura o halini görmeliydin. Kızlar bunu mahvetmişlerdi. Saçları yolunmuş, yüzü tırnak iziyle kaplanmıştı. Açıkçası ben daha fazlasını bekliyordum."dedi sırıtarak.
    Muhabbetimiz kahkahalar eşliğinde devam ederken iki defa mola vermiştik. Sualtı restoranları müthiş etkileyiciydi. Işıltısı dışında mağaramsı şekliyle fazla dikkat çekiciydi ve gittiğimiz iki restoran da hemen hemen benzer görüntüye sahiptiler. İkisinde de parayı Tuas ödemişti. Buranın paraları yeryüzündeki gibi kağıt ve bozuk paralar şeklindeydi. Haliyle tek farkı suya dayanıklı olmasıydı.
    Saatler geçmişti. Hala yoldaydık. Artık kuyruğum hafif hafif sızlıyordu. Diğerleri de aynı durumda olacak ki oldukça yavaşlamışlardı. Uykum gelmişti.
    Cercis bana bakarak "Ölü balıklara dönmüşsün Aura. İstersen bir mola daha verelim."dedi yorgunluktan hafifçe gülümseyerek.
    "Benzetmene hayran kaldım Cercis ama kuyruğum kopmadığına göre hala sağlam sayılırım."dedim tek kaşımı kaldırıp gülerken. Oda yalnızca sırıttı.
    Sualtında akşam olduğunda heryer tamamen karanlığa gömülüyordu ve olduğundan fazla soğuyordu. Güneşin etkilemediği bir yer var mı diye düşünüyordum. Birde mevsim problemi vardı. Yaz, kış burda nasıl farklılık gösteriyordu bilmiyordum. Joseph'in dediği gibi coğrafta dersi almalı mıydım? Bu düşünceyle sırıttım. Geçtiğimiz yollar oldukça çok ışıklandırılmıştı. Işıklandırılmış bu uzun yolun sonunda RADİX yazan heybeyli bir kemerin altından geçtik. Şehir tüylerimi ürpertti. Akşamın zifiri karanlığı yetmezmiş gibi şehire serpiştirilmiş evlerin düzensizliği kendimi lanetli bir yere gelmişim hissi yaratdı. Sokak başlarında tek tük yanan ışıklar da bu atmosferde minik bir ateş böceği misali göz kırpıyordu.
    Korkuma yenik düşerek Tuas'ın yanına sokuldum.
    "Bu şehri ne kadar da özlemişim."dedi Cercis. Bakışlarım onu bulduğunda Cercis gülümseyerek etrafına bakıyordu. Bir ara gözlerini kapatıp yüzünü dikleştirdi. Huzurluydu. Acaba bu şehirde doğsaydım bende burayı sevebilir miydim?
    Küçük bir süre orada etrafa bakıp yolumuza devam ettik. Şehrin içine girdiğimizde evler daha da sıklaşmıştı. Dağınık, ama sık. Benim gözümde hala ürkütücüydü ve ben hala korkuyordum. Kendimi savunmasız hissediyordum.
    İyice şehrin içine girdiğimizde evler sıklaştı ama biz onların içinden geçip ormana girdik. Bir süre sonra ağaçların içinde bir kulubeyi andıran orta büyüklükte bir ev karşıladı bizi. Önünde durup baktık. Evin içinde beni kendine çeken bir şeyler vardı sanki. Beni çeken bir enerji. Yavaş yavaş ona çekildiğimi hissederek kapıya yaklaştım. O esnada Cercis kapıya vurmak için eğilince hafifçe omzuna çarptım. Bu beni biraz da olsa kendime getirmişti. Cercis bana anlamsızca bakınca "Şey, başım döndü de."diye saçma bir yalan söyledim. Ardından Joseph'in kolumu tuttuğunu hissettim. Kapı açılınca dikkatim tamamen Joseph'ten uzaklaşarak kapıya yöneldi. Kapının açılmasıyla yüzüme vuran enerji dalgası beni kendine çekiyordu. Kendimi kontrol etmeye çalıştım. Beynimi ele geçirecekmiş gibi hissetsemde kendimde kalmaya çalışıyordum. Kapıyı kırklı yaşların sonuna yaklaşmış bir kadın açtı. Cercis'i görünce şaşkınlıktan konuşamadı. Cercis bir an durup şaşkın şaşkın baktı. Kadın Cercis'e uzanıp kollarını dolayınca Cercis'te özlemde kollarını bastırdı. Kadının gözlerinin kızardığını görünce kendimi bakışlarımı kaçırmak zorunda hissettim. Aslında bu duygusal sahneyi oturup izlemek istesem de aklımda olan tek şey içeride neler olduğuydu.
    Kadın Cercis'in kollarından ayrıldığında suratını asarak bize göz gezdirdi. Tek tek bizi süzgecinden geçirdikce suratı gözle görülür suretde düştü. Cercis hevesle, "Bizi içeri almayacak mısın? "diye sorunca kadın kendine geldi. Etrafa bir göz atıp başıyla içeriyi işaret etti. Sırayla karşımıza çıkan ilk odaya girerken burnuma çarpan nahoş kokunun neye ait olduğunu çözmeye çalışıyordum. Anlaşılan kimse benim kadar garipsememişti burayı.
    Koltuklara yerleşir yerleşmez kadın Cercis'e baktı. "Bir problem olduğunu seziyorum? "
    "Aslında büyük sorunlarımız var. Haberleri almıssındır. Saldırılar oldu. Sarayda bizi buraya gönderdi."diye cevapladı Cercis. Kadın kafasını sallayarak. "Evet birkaç şey duydum."dedi. "Benden istediğiniz nedir?"derken Tuas'a bakıyordu.
    Cercis Tuas'a bakınca Tuas devam etti. "Bayan Lux. Bize yardım edebileceğinizi umarak buraya geldik. Hemen konuya girmek istiyorum, fazla vaktimiz yok." Beni işaret etti. "Bu Aura. O ruhları görebiliyor. Karanlıkta kalmış ruhları."dedi vurgulayarak. Ben ise bu vurgulamanın sebebini anlamamıştım.
    Kadın kaşlarını çatarak bana baktı. "Bu olamaz. Bu sadece bir efsane."dedi Tuas'a dönerek. Kadın ya inanmıyor yada inanmak istemiyormuş gibi bakıyordu.
    "Ama oldu. Kendi gözlerimle gördüm. Aura bir ruhu kurtardı. Fakat bu konuda endişelerimiz var. " Kadının bakışları şaşkın şaşkın Tuas ve benim aramda gidip geliyordu. Tuas hararetle devam etti."Bir zayıfın ruhu kurtarılmadan önce temizlenmelidir. Efsanede de aynen böyle söylüyor. Fakat sizde biliyorsunuz ki-"
   "İz kalır."diye tamamladı kadın.
    "Evet."
    "Benden ne bildiğimi mi öğrenmek istiyorsunuz?"
    "Aslında bilgiden çok yardıma ihtiyacımız var. Bilgi yada değil. Bize yardımı dokunacak her şeye ihtiyacımız var Bayan Lux."
    Kadın birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra "Görmeliyim."dedi. Ardından yerinden kalkıp benim yanıma gelip oturdu. Ben de ona bakacak şekilde oturdum. Yavaşca iki elini başıma yerleştirdi. "Gözlerini kapat."derken oda gözlerini kapattı.
    Gözlerimi kapattığımda siyah ama şeffaf bir duvarla karşılaştım. Beni itmeye çalışıyordu. Ne yaptığını izlerken canım yanmaya başladı. Vücuduma yüzlerce diken batmaya başladı. Acıyla bağırdım ve onu geri ittim.
    Gözlerimi açtım. Lux "Neden beni geri itiyorsun."dedi. Kaşları olduğundan çok çatınca yüzündeki her kırışık daha da belirginleşti.
    "Canım yanıyor."diye çıkıştım.
    "Canının yandığını biliyorum ama bana izin vermen gerek ruhu temizlediğin anı göster bana."
    İçimi çekerek başımı salladım. Gözlerimi kapattığımda şeffaf duvar karşımda durmuş bana yaklaşıyordu. Bana değmeye başlayınca dikenler yine bedenimi bulsa da dayanmaya çalışıp ona izin verdim. Vücudumun kanamaya başladığını düşündüğüm sıra hafif aydınlatılmış bir odada buldum kendimi etrafımda yüzlerce kapı vardı. Cismani surette orda değildim fakat her şeyi net olarak görebiliyordum. Birden Lux belirdi. Ne yapmam gerektiğini anlayarak ruhu temizlediğim anı düşündüm. Kapılardan biri açıldı. Lux kapının önünde durdu. Gözlerimin önünden o anın her sahnesi geçti. Korkuyordum, heyecanlıydım, üşüyordum, ağlıyordum. Her duyguyu canlı canlı bir kez daha yaşadım. Saraya gideceğimiz sırada düşüncelerden sıyrıldım ve kapı kapandı. Hızla odadan çıktık. Şeffaf kapının devam etmek ister gibi beni tekrar zorladığını gördüm ama müsade etmedim. Gözlerimi açtım.
    Ağlıyordum. Canımın acısı geçmişti fakat daha az önce o kara sarmaşıklar etimi parçalamış gibi ellerimi Lux'un elinden çekip kollarımı ovaladım. Odadakilere baktığımda herkesin gözleri üstümüzdeydi. Gözlerimi sildim.
    "Gerçekmiş."dedi ayağa kalkarken."
    "O şifacı."dedi Joseph.
    "Hayır."dedi Lux. "O şifacı değil. Efsaneye göre şifacı saf su perisi olmalı. Bu kız saf superisi değil bunu hissediyorum."dedi duru bir sesle. "Ruhu huzura kavuşturabilir. Geçiş kapısı görevi görebilir fakat bir zayıfı temizlemek ruhunu lekeler. Her zayıf temizledikten sonra kanını arındırmalı. Yoksa neler olur bilemiyorum."dedi gözlerini kısıp gözlerimin içine bakarken. Sanki bakışları içime işliyordu. Hislerim bu kadına güvenmemem gerektiğini söylüyordu.
    "Bunu nasıl yapacağız?"dedi Tuas.
    "Arındırma ritüeli ile. Öğretebilirim."
    "Karşılığında ne istiyorsun?"dedi Tuas rahatça. Bense şaşırarak Tuas'a bakıyordum. Bir iyilik yapacaktı ve karşılığında bir şey mi isteyecekti?
    Kadın biraz düşünüp gözlerini kıstı ve bana baktı. "Eğer ritüeli gerçekleştirirsem, üstelik bunu Aura'ya öğretirsem bana iki iyilik borcunuz olur. Kabul mü?"
    Joseph, "Nedir bu iyilik? " diye sordu.
    "Ritüel bitince öğrenirsiniz. Bu şehirde benden başka size yardım edebilecek kimse yok."derken bana baktı. Açık açık tek çareniz benim, mecbur kabul edeceksiniz diyordu. İçimdeki öfke fokurdamaya başlamıştı. "Kabul ediyor musun? "
    Ne demem gerektiğini bilemedim ve bir an durup yanımdakilere baktım. Sonunda "Benden yapamayacağım bir şey istemeyeceğinizi nereden bileyim."dedim.
    Kadın gülümsedi. "Yapamayacağın bir şeyi neden isteyeyim? "
    Tuas ve Joseph'e baktım, huzursuzdular. Buna rağmen başka seçeneğimiz olmadığını bilerek sitemle bakıyorlardı etrafa.
    Pişman olmayacağımı umarak cevap verdim. "Kabul ediyorum."
    Lux'un dudağı kıvrıldı, gözleri kısıldı. Düşünceli düşünceli tebessüm etti. Cercis ise Lux'a kaşlarını çatarak bakıyordu.
    Odadaki sessizliği bir müddet sonra Cercis bozdu. "Lux, biz nerde kalacağız. Çok yorgunuz." Lux yerinden kalkıp "Gelin benimle."dedi. O önden biz arkadan evden çıktık. Bu evden hiç çıkmak istememiştim. Sanki içerideyken organlarım uğuşmuş gibiydi. Nedenini bilmediğim bir enerji vardı evde ve ben onu istiyordum. Bedenimin her hücresi o enerjiyi arzuluyorken ben kendime hakim olmakta zorlanıyordum. Bedenim ayrı aklım ayrı konuşuyordu.
    Ağır ağır Lux'u takip ettik. Şehrin zifiri karanlığında önümüzü görmemizi sağlayan tek şey Lux'un elinde tuttuğu ufak, ucunda ışık olan bir deynekti. Ormandan çıkıp boğucu evlerin arasından geçtik. Durduğumuz geniş bahçeli evin önü ağaçlarla doluydu. Aralarından geçip evin kapısını bulduk. Kapıyı sarı kısa saçlı bir kız açtı. Lux'a ve bize baktı anlamsızca.
    Lux "Lisa, Marina içerde mi?"diye sordu.
    Kız başını salladı. "Evet geçin."
    Burası Lux'un evine göre daha iyi görünüyordu. Her ne kadar dışı perili köşke benzese de içi sıcaktı. Yerler kırmızı halılarla döşenmişti. Duvarlar temizdi. Geniş odaya girdiğimizde adının Marina olduğunu düşündüğüm kadın güler yüzle karşıladı bizi. "Bu ziyaretini neye borçluyuz Lux?"
    Lux yüzünde hiçbir duygu barındırmadan cevap verdi. "Sana misafir getirdim Marina. Birkaç gece burada kalmalarında bir mahsur yoktur umarım."
    "Ah, tabiiki yok. Buyrun oturun." Joseph, ben, Tuas ve Cercis ipe dizilmiş boncuk misali uzun koltuğa yerleştik. Lux ise Marina ve Lisa'nın yanına geçti.
     Marina da tıpkı Lisa gibi sarı saçlıydı. Uzun saçları örgüyle başına toplanmıştı. Konuşmasını sevimli bulsamda devamlı bizi tarayan gözleri rahatsız ediciydi. "Ee bu özel misafirlerimiz ne için gelmiş anlatmayacak mısın Lux?"
    "Evde biri var mı? " diye sordu Lux. Marina kafasını hayır anlamında sallayıp dudağını kıvırınca devam etti. "Arındırma ritülenini öğrenmek istiyorlar."
    "Ne için? "Marina'nın sesi şaşkın çıkmıştı.
    Beni gösterdi. "Katliamda oda varmış. Ölülerin enerjileri devamlı bir kabus yaratmış. Etkilerinin nasıl olduğunu bilirsin. Kurtulmak için yardımımı istiyorlar."
    Kadın bu cevap karşısında tatmin olmamış gibi gözlerini kıstı. "Bunun için ritüeli öğretmen gerekmez. Karışım hazırlayıp versen bir müddet sonra geçer zaten."
    "O kadarını unutacak kadar yaşlanmadım Marina. Böyle bir şey tekrar olsa buraya kadar gelmek zorunda kalmasınlar diye öğretmeyi kabul ettim. Saraydan geliyorlar. Savaşın ortasındayız tekrar gelmeleri sıkıntı yaratır."
    Bu defa Lux istediğini elde etmişti. Marina bu yalana inanmış görünüyordu fakat saray lafını duyunca gözleri yerinden çıkacak gibi açıldı. Sanki yeterince açık değilmiş gibi. "Anladım."dedi dudaklarını sıkarak. "Pekala yorgun olmalısınız. Lux, sabah yanına getiririm."
    Lux çıkmadan önce Cercis'e sarıldı. "Seni özlemiştim. Bu şehre daha sık gelmelisin."dedi ve birlikte odadan çıktılar.
   Marina bizi ikinci kata çıkarıp odalara yerleştirdi. Ben Lisa ila kaldım. Aramızdaki tek dialog 'İyi geceler'oldu. Ardından dönüp yattı. Ben de yorganın altına girip bir müdddet duvarı izledim. Rahatsızdım. İçim rahat değildi. Bir şeyler olacaktı bunu hissediyordum ve ben şimdiden korkmaya başlamıştım. Oda soğuktu sanki duvarlar olduğundan kara. Burası başta sıcak gelsede şimdi bana öyle uzak, öyle ürpertici görünüyordu ki.
    Kafamda Lux'un benden ne isteyebileceği düşüncesi, Marina'nın fırıldak bakışları, Lux'un yalanı.. Hepsi boğazımı sıkıyordu sanki. Camı açıp kendimi atmak istiyordum, ölmeyeceğimi bildiğimden hepsi boş bir fikirdi.
    Düşüncelerimin arasında uyuya kaldığımda oldukça geç olduğunu hatırlayarak açtım gözlerimi. Geceki rahatsız uykuma karşı oldukça dinç uyandım ve aşağı indim. Joseph'te uyanmış tek başına oturuyordu. Ben de yanına gidip oturdum. "Günaydın."
    "Günaydın. Nasıl uyudun?"diye sorunca yüzüm ekşidi. "Güçte olsa uyuya kalmışım."
    "Bende öyle. Burası biraz boğucu sanki."derken sesini kısarak konuştu. "Biraz kelimesi hafif kalır."deyip göz devirdim.
    "Lux'un istediğini yapmadan önce iyi düşün Aura. Biliyorum kabul ettin ama benim içim rahat değil. O biraz değişik biri. Akıl sağlığından şüpheliyim. Neden Gabriela'nın bizi ona gönderdiğini anlamıyorum."
    "Yaşlandığı için mi öyle dedin?"
    "Hayır. Yaşlı değil o. Aslında şuan otuzlu yaşlarında olmalıydı. Ruhu çekilmiş gibi nasıl bu kadar yaşlı göründüğünü anlamıyorum."dedi.
    "Kulağa şüpheli geliyor."
    "Öyle."dedi iç çekerken. "Ne olursa olsun dikkatli olmalısın Aura. O gerçekten garip. Duyduğuma göre ölen sevgilisinin hala evinde olduğunu düşünüyormuş. Senin anlayacağın bizi evinde ağırlamamasının sebebi bu."
    "Ama bir ruh olsa evde onu görürdüm öyle değil mi?"
    "Evet büyük ihtimalle öyle."dedi ve duraksadı. "Tabi evin diğer kısımları da boşsa."
    "Belkide bunu öğrenmeliyiz."
    Joseph ne dediğimi anlamıştı. Gülümseyerek başını salladı. Birbirimize bakarken Tuas ve Cercis odaya girdi. Günaydın deyip Tuas yanıma Cercis ise karşımıza oturdu.
    Cercis belli ki benim gibi iyi uyuyamamıştı tabi tek farkla ben daha dinçtim. Gözlerini ovaladı. "Cercis, burada ne kadar yaşamıştın? " diye sordum.
    "Okula başlayana kadar. Tabi sık sık tatillerde buraya gelirdim. Neden sordun? "
    "Sadece bize yardım edebilecek daha sıcak kanlı perilerin olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum. " dedim gülerek.
    Cercis rahatlayarak sırıttı. "Aslında tanıdıklarım var. Fakat yardımına gerçekten güvenebileceğimiz periler sınırlı sayıda. Bu nedenle Lux'a geldik."
    "Lux neyin oluyor? "
    Tuas gülümseyerek cevap verdi. "Cercis'in kuzeni. Benim de eski ev sahibim oluyor. Bende bir zamanlar Cercis gibi burada yaşadım. Pek hoş günler geçirdiğim söylenemez ama Lux bize yardımcı olup evini geçici bir süreliğine bize vermişti. Şuan oturduğu evden bahsetmiyorum tabi."dedi gülerek.
    "Anladım. Evine iyi bakıyor sanki."
    "Sadece evine aşık. Kimsenin uzun süre orada durmasına izin vermiyor. Tuhaf ama öyle."dedi Cercis omuz silkerek. O sırada Marina odaya girdi. Gülerek "Herkes uyanmış, harika. Haydi mutfağa gelin sizin için birşeyler hazırladım. Aç karnına Lux'un evine gitmenizi tavsiye etmem, gerçekten açlıktan birbirinizi yemeye başlayabilirsiniz."dedi ve bir kahkaha kopardı. Biz de gülümsemeye çalışarak yerimizden kalktık.
    Mutfak oldukça genişti ve masada harika yiyecekler vardı. Biz masaya geçince Lisa da aynı sessizliğini koruyarak mutfağa girdi. Karnımıza iyice doyurup evden çıktık.
    Radix aydınlıkken olduğundan daha çekici görünüyordu. Eğri büğrü evlerin ürpertici görünüşlerini izlerken kısa sürede Lux'un evine geldik. Lux oldukça gergin ve telaşlı görünüyordu. Bizi hemen içeri alıp kapıyı kapattı. Haliyle Marina tek kelime edemeden uzaklaşmak zorunda kaldı.
    Daltonlar gibi sırayla odaya girdik. Odanın ortasına kısa ama geniş bir masa oturtulmuştu. Üzerinde ise birkaç çeşit bitki, hançer ve kitap boyutunda bir kap vardı. Acaba sualtının cadılarıda böyle mi oluyor diye iç geçirdim. Bunu Tuas'a sormayı aklıma not ettim.
    Lux'un peşimizden odaya girmesiyle masanın başına çöktük. Tam karşıma oturmuştu. "Şimdi yapacağımız ritüelde kanını akıtmam gerekecek. Bu biraz canını yakabilir dayanmaya çalış. İlk ritüelde canın yanar, sonra acı hissetmezsin." Kafamı salladım. Benimle birlikte diğerleri de pür dikkat Lux'u dinliyorlardı. Heyecanla dinlemeye devam ettim. Masadaki üç ot demetini eline alarak kabın içine koydu. "Bunlar purificatione, venenum ve assembler. Yani arındırıcı, zehir ve birleştirici. "dedi aynı zamanda elindekileri gösterirken. "Arındırıcının etkisini göstermesi için zehir otuna ihtiyacı vardır. Adındanda görüldüğü gibi tehlikeli bir bitki. Arındırıcı ve zehirin etkisini gösterebilmesi için-" son otu gösterdi. "Assembler gerekir. Birleştirici olmadan onlar birbirine bağlanmaz. Haliyle ritüel başlayamaz. Onları birleştirmemle üzerine kanını akıtacağım, böylelikle otlar tamamen birleşip bir koku salgılayacaklar. Bu kokuyu yalnız perilerin enerjilerini hissedenler alabilir. Aynı zamanda kokusu bir zayıfı öldürebilir. Çünkü zayıfların koku algıları hassastır ve bu otlar birleşince açığa çıkan koku onları boğar." Lux doğrudan gözlerimin içine bakarak konuşuyordu. Konuştukça içindeki genç kadın ortaya çıkıyormuş gibi hissediyordum.
    Lux'un bakışları diğerlerine yöneldi. "Her ihtimale karşı biraz geri çekilin etkilene bilirsiniz."
    Lux'un telkini ile hepsi aynı anda ama ağır vaziyette geri çekildiler.
    "İşlemi tamamladıktan sonra otlara doğru eğil. Kokusunu içine çek. Biraz keskindir ama içine işlediğini hissetmeden asla geri çekilme. İçindeki kiri yok etmesi gerek." Kafamı salladım, Lux da otları kabın içinde tek tek parçaladı. Önce arındırıcı, sonra zehir ve sonuncu olan birleştiriciyi. Karmaşık yapılarını dikkatle inceleyip zihnime kaydettim. Hepsi parçalanınca Lux uzattığım sol elimi tuttu. Elimi keseceğini düşünmüştüm. Elimi biraz daha çekip kolumun altından tuttu. Kolumdan bileğime kadar uzun, derin olmayacak şekilde çizdi. Simsiyah kan bileklerimde toplanıp hızla elime aktı. Parmaklarımdan süzülen kan otların üzerine birer birer damladı. Kanımın rengi yüreyimi hoplatmıştı. Lux'a baktım. Başını sallamasıyla öne eğildim. Hızla burnuma dolan keskin kokunun aynı hızla vücuduma yayılışını izlerken nefesim kesildi. Dolan gözlerimi kapatıp açsamda işe yaramıyordu. Acı gözlerimden yaşlar hallinde akıyordu. Yeterince kokuyu içime çektiğimi anladığımda Lux da eliyle doğrulmamı sağladı. Kolay olduğunu düşünmeye başlıyordum ki vücudumdan geçen elektrik dalgası beni yere çiviledi. Tüm kaslarım kasılıp gevşerken acıdan çığlık atacaktım ki sesim boğazımda kendiliğinden boğuldu ve bedenim etrafımda dönen dünyaya daha fazla dayanamayıp gözlerimi kapattı.

Derinlerdeki YasakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin