✝Chapter Thirty- Two✝

158 22 15
                                    

Akşam okuyun.

Sabah beni gözlerimi açmaya zorlayan güneşle beraber kilisenin renkli camlarını izleyerek yataktan kalktım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sabah beni gözlerimi açmaya zorlayan güneşle beraber kilisenin renkli camlarını izleyerek yataktan kalktım.

Rahibe Kim yatağının yanına çökmüş, ellerini yastığının üzerine yerleştirip elinde ki hacı delicesine sıkarak dua ediyordu.

O gece geri döndüğümde beni sorgulamadan kiliseye tekrardan kabul etmişlerdi.

Yağmurda ıslanan bedenimi güç bela kilisenin avlusuna attım. Dizlerimden akan kanlar su ile karışıyor, gri betonu kırmızıya boyuyordu.

Yüzümü elimin tersiyle kaçıncı silişimdi bilmiyorum. Kapıyı çalacak ne halim ne de yüzüm vardı. Üstümde ki elbise yırtılmış sır saklamaz bir şekilde bedenimin bazı kısımlarını açıkta bırakıyor ve yağmura maruz bırakıyordu.

Ellerimi omuzlarıma sararak sırtımı kapıya yaslayarak ensemi sertçe kapıya geçirdim. Hıçkırıklarla kafamı tahta kapıya geçiriyordum. Defalarca ve defalarca...

Kapı açıldığında geriye savrulan sırtım soğuk kuru betonla buluştu. Islak kıyafetlerimin yerle buluşurken çıkarttığı şiddetli ses kilisenin boş duvarlarında yankılandı durdu. "Hyei Ae! Aman tanrım Papaz! Ona bir havöı getirin çabuk olun... Doktor çağırın!"

"Günaydın Rahibe Kim." diye mırıldanarak banyoya girdim. Dün Jungkook'un verdiği mektup hala küvetimin kenarında ki mermerden aynı eski buruşmuş haliyle bana göz kırpıyordu. Ondan gelen hiç bir şeyi merak etmek istemiyorum. Onlardan.

Dolabımdan kırmızı şeritli kutuyu elime alarak kapağını açtım ve iki sarı kapsülü su ile mideme yollarken kollarımı lavabonun kenarlarına yerleştirdim. Kiliseye gelir gelmez görüştüğüm doktor bana psikolojik bir kaç rahatsızlığım olup olmadığını sormuştu ve ona sadece ufak tefek sesler duyduğumu söylediğimde ise bana Malikanede- yani Ölüler evinde yaşadığım şeyleri sormuştu. Yalansız bir şekilde, ona olanları anlattım. Ve onun bana uygun gördüğü tek şey 120 miligramlık sakinleştirici miydi?!

Hiç bir işe yaradığı yoktu. Yaşadıklarımı yaşamayan bir insan beni nasıl bir kutu hap ile sınıflandırabilirdi. Üstüne üstlük gördüklerimin sadece strese bağlı halüsinasyonlar olduğunu, hiç bir insanın ölümden sonra geri gelemeyeceğini söylemişti. Sesinde ki alaycı tınıyı duymalıydınız...Onu, onu öldürmek istedim! Eğer o burada olsaydı, onu hemen öldürürdü.

Yaşadıklarımın aptalca olduğunu söyledi ama bence aptalca olan şey onun kel kafasını gizlemek için taktığı o aptal peruğuydu!

"Hyie Ae, sen beni dinliyor musun?"

Kafamı kaldırıp kapıda dikilen rahibeye baktım. Üniforması ütülenmiş ve bedenine mıhlanmış gibi her zaman ki gibi üzerindeydi. Gözlerimi devirerek onun gözlerine baktım. "Tekrar edebilir misiniz Bayan Kim?" artık burada büyüyen zavallı kız değil burada görev yapan bir rahibeydim. Küçük çocuklarla ilgilenme görevi bana verilmişti ve bu gerçekten sinir bozucuydu. Çocuklardan ve o lanet çığlıklarından nefret ediyordum. Sürekli aptal aptal bağırıyorlar ama kimsenin onları umursadığı yok! Hatta ben bile etrafta kimse yokken onları umursamıyorum.

Die Or Kill ✝Bangtan Boys✝Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin