"Sıranız gelince içeriden çağrılacaksınız." dedi sekreter kayıt fişimi verirken. Başımla onaylayıp bekleme alanında gördüğüm ilk boş koltuğa oturdum. Koltuk Semra Hanım'ın odasını görüyordu, hastaneye gelme sebebim olan kadının yani.
Odadan bir hasta çıktı, "Hazar Ekin Bilge!" diye seslendi içeriden Semra Hanım. Birkaç aydır randevularımda karşılaşıp durduğum sarışın çocuk yerinden kalktı.
İsmini ilk kez duyuyordum, hangi ismi kullandığını merak ettim. Bir psikoloğa neden geldiğini de, dışarıdan hiç sorunlu biri gibi durmuyordu çünkü. Gerçi onunla hiç konuşmamıştım, dışarıdan görünen her zaman doğru olmazdı.
Çocuk içeri yeni girdiğine göre uzunca beklemem gerekiyordu, erken gelmem için baskı yapan anneme kızdım içimden. Beklerken telefonumu çıkarıp saçma sapan bir kelime oyununa girdim, en azından zamanın geçtiğini anlamayacaktım.
"Ezrak Uygur!" sesiyle kafamı kaldırdım, gerçekten dalmıştım.
İçeri girmeden sarışın çocuk hala orada mı diye baktım ama yoktu, çoktan gitmişti.
"Ee Ezrak, nasılsın bakalım?" diye başladı Semra hanım. Her zamanki gibi konuşma havamda değildim, geçiştirmeye çalıştım. Ve her zamanki gibi, o da üsteledi.
"Ama gerçekten sıradan hissediyorum. Neden kötüyüm demeliyim ki?"
"Kötü olduğunu söylemeni istemiyorum Ezrak, gerçekten nasıl hissettiğini söylemeni istiyorum. Hadii, biliyoruz bu konuşmaları zaten. Bana düşüncelerinden bahset."
Ve bir saat boyunca bahsettim.
Çıkar çıkmaz Erem'i aradım, seanstayken onu acilen aramamı söyleyen bir mesaj atmıştı.
"Ezrak Selin geldi gelecek, nerede kaldın?"
"Terapim vardı bugün, hastaneden yeni çıktım daha. Kutlama 3'te değil miydi hem?"
"Selin kimse doğum gününü kutlamadı diye ağlamaya falan başlamış, Çınar bana sövüyor saatlerdir, kafe de hazır zaten. Bir eksik senken erken başlasak sorun olmaz bence."
Göz devirip "Yirmi dakika falan daha oyalasın bari, geliyorum." dedim. Çoktan koşmaya başladığım için nefes nefeseydim, gülüp telefonu kapattı.
Kafeye geldiğimde gerçekten her şey hazırdı, kendime bir köşe bulup doğum günü kızını beklemeye başladım.
Kısa bir süre sonra Selin ve Çınar kafeye geldi, partimiz sürprizdi güya ama Selin'i pek de şaşırtamadığımızı fark ettim. Ağlamayı kesmesi için Çınar itiraf etmiş olmalıydı.
Pasta kesilmeden önce Selin'le konuşma şansım olmamıştı, benim aksime o ve Çınar sosyal insanlardı. Örneğin partide benim tanıdığım yaklaşık 20 insan vardı, hepsi de okuldandı; ama parti bunun en az 5 katıydı. İnsanlar nasıl bu kadar çok arkadaş edinebiliyorlar, bilmiyordum.
Pasta ve diğer atıştırmalıklar yenildikten sonra hediye kısmı başladı. O zaman dilimi Selin'le konuşabileceğim tek fırsattı, sonra da eve gidecektim zaten. Doğum gününü bireysel kutlamazsam aylarca dilinden düşmeyeceğimi biliyordum.
Erem yanıma gelip beni hediye kuyruğuna sürüklerken "Ne almıştın sen?" diye sordu. "Göremiyorum pek."
"Konser bileti," dedim, çıkarmak için elimi cebime attım ama yoktu. "Ceketimin cebinde kalmış, dur da alayım."
"İyi de sen ceketsiz geldin."
İtiraz edecektim ki fark ettim. Ceketimi en son hastanede görmüştüm, Semra Hanım'ın odasında. Çıkarmıştım ama giderken yanıma almamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sine
Teen FictionOnu seviyordum, ama daha cinsiyetimle kaybediyordum şansımı. En azından homofobik değil, diyordum, en azından arkadaşlarıyla bu konuda şakalaşacak kadar açık görüşlü. Ama bu, onun bana en ufak bir ilgi duymadığı gerçeğini değiştirmiyordu. Ve ben...