Attığı küçük taşların sesinden ürküp hızla göle doğru zıplayan kurbağalara bakarak gülüyordu küçük kız. Kesik eldivenlerinden çıkan beyaz parmakları ile bir taş daha alıp var gücüyle fırlattı.
"Dertler taşa,
taşlar suya.
Su, hep yutar nasılsa
ne gam kalır ne tasa..." dedi attığı taş göle düşerken.
İki ayağını birbirine sürterek botlarına bulaşan çamuru temizlemeye çalıştı. Gölün biraz yukarısına kadar koşup yeşil çimenlerin başladığı yerde durdu. Bu kez hızla çimenlerin arasında ileri geri sürtmeye başladı ayaklarını. Bir iki dakika sonra bütün çamurlarından arındırdı botlarını. Bileğindeki kırmızı bez parçasını çıkartıp hemen omuzlarının altında son bulan kıvırcık kızıl saçlarını bağladı sıkıca. Göle yamaçtan bakan buğday tarlaları boyunca yürüdü. Rüzgârla eğilen taze başak tanelerini okşadı. Yeni yeni boy veren günebakan tarlalarından geçerken tarlanın tam ortasında duran korkuluğa ilişti gözü, yanına geldi. T şeklinde iki çubuğa giydirilmiş siyah ceket ve yırtık pantolona baktı bir süre. Rüzgârla ileri geri uçuşan pantolonun paçalarına dokundu. Küçük parmaklarıyla gıdıklar gibi yaptı. Başını kaldırırken gözünü alan güneşten korunmak için sol elini kaşlarının hemen üzerine koydu. Gözlerini kısarak bakmaya çalıştı korkuluğun eski kıyafetlerden yapılma yüzüne.
"Ürkmez kimse ruhu olmayandan
evvel can vermek lazım sana
yoksa korkutmayı umdukların
gelip konar kollarına..." dedi
Hızlıca arkasını dönüp günebakan tarlasının başına kadar koştu yeniden. Ve tepenin hemen başındaki evine varıncaya kadar eline aldığı çubuğu sağa sola sallayarak yürümeye başladı.
Ayak ucunda yükselip, bahçe kapısının mandalını kaldırdı. Büyükçe bir alanı çeviren çitlerin tam kuzeye bakan köşesinde duran iki katlı ahşap eve doğru koşmaya başladı. Evi yaz kış gölgeleyen porsuk ağacının yanına gelince durdu. İki elini arkasında birleştirip toprağa değdiği yerden en ucuna kadar sessizce baktı ağaca. Göğü kucaklarcasına uzanan iri dallarından birine kenevir ipleriyle bağlanmış salıncağa tutundu sonra. Oturağına oturup iki ayağıyla var gücüyle itti kendini. Hızlana bildiği kadar hızlandı. İki eliyle iki ipi sıkıca tutup yumdu gözlerini. Yüzüne değen rüzgâr hoşuna gidiyordu.
"Kim kırbaçlar atlarını bulutların?
Kim gelişi güzel kesip bırakır
derin mavi gök çukuruna sizi?
Kime aittir ardınızda ki parmak izi?"
Dedi göğü öpmek istercesine yükselirken. Rüzgârın porsuk ağacının dallarına fısıldadıklarını dinledi. Ayaklarını öne doğru uzatıp botlarına baktı ve gülümsedi. Yeşil çimen izleri ve çamursuz hali hoşuna gitmişti. Yeniden yumduğu gözlerini duyduğu sesle açtı bu kez:
- Lâ! Hadi ama. Sabahtan bu yana nerelerde gezindin sen? Hemen eve. Gelirken ahır kapısının yanında duran meşe odunlarından getir bir kucak. Mutfakta ki ocağın ateşi cılız kaldı. Oyalanma bak, günün vaktini doldurması yakın ötesi karanlık.
Küçük kız salıncağından inip gülerek koştu ahır kapısına doğru. Kucağına koyduğu birkaç meşe dalı ile evin bahçeye açılan mutfak kapısına doğru küçük adımlarla yürüdü. Elleri dolu diye sırtı ile iterek açtı kapıyı. Meşe dallarını ocağın kenarına koyup gülen gözlerle selamladı kadını. Kıvırcık saçlarında gezinen bu ellerin sahibini seviyordu, en çok da kokusunu.
- Şimdi tulumba başına! Nerelerde ve nasıl kirlendin bilmiyorum ama temizlenip öyle geliyorsun yanıma. Dedi kadın.
- Biliyor musun? Dedi küçük kız
- Rüzgâr benimle konuşuyor bir de göl kenarında ki kurbağalar. Tarlada ki korkulukta bir şeyler söylüyor ama onu anlamıyorum.
- Biliyorum Lâ, biliyorum. Sen ve senin sevimli dostların hep konuşursunuz zaten. Ha bir de rüyaların var tabi değil mi? Sahi dün gecekini anlatmadan çıktın bu sabah.
Kadın iki elini küçük kızım omuzlarına koyup alnından öptü. Parmaklarını, kaşırcasına kızın kafasında gezdirip:
- Tulumba seni bekliyor küçük hanım. Sonra da bana yardıma gel lütfen.
Kız mutfak kapısını kendisine doğru çekip çıkarken ardından baktı kadın. Bir ayağının üzerinde sekerek giden kıza gülümsedi. Küçük kız tulumbanın yanında duran irice taşa çıktı. Sonra iki eliyle tulumbanın kolunu tutup var gücüyle aşağı yukarı bastırmaya başladı. Bu yer yer paslanmaya başlamış kolunun çıkardığı ses gülümsetti onu. Sonra tulumbanın hemen önünde duran kayın ağacından yapılma küçük havuzda biriken suyun başına geçti. Suyun dalgalı hareketinde kendini izledi. Eğilip bükülen yüzüne, kollarına baktı. Kesik uçlu eldivenlerini çıkartıp avuçlarına baktı. Önce sağ avucu içinde ki güneş dövmesini yaklaştırdı yüzüne, sonra da sol avucunda ki ay dövmesineni. Ellerini suya sokarken
"Gün aşikârdır
Gece karanlık
Hırsızdır Ay
ışık çalar güneşten" dedi
Ellerini yıkayıp havuzun tıkacını çıkardı. Biriken suyun akışına baktı. Suda ki yansıması küçülüp giderken
" Kırk mevsim daha bekle
On kış bahara değecek
On bahar yaza
Sonra dönüş kovuğuna..." diye bir ses ile ürperdi küçük kız.
Rüyalarından tanıyordu bu sesi ve ilk kez uyanıkken duymuştu. Islak ellerini eteğine silerken koşarak girdi mutfaktan içeriye. Meraklı gözlerle kendisine bakan kadına sarıldı:
- Beni sakın kimselere verme olur mu, götürmelerine izin verme!