• Hypatia Hales'in Bakış Açısı • 1997
Dersler bitmişti. Güneş batmak üzereydi ve temiz havaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Sıradan bir gündü. Oldukça sıradandı. Bahçeye açılan koridorda yürürken sakinliğin tadını çıkarıyordum. Güneş ışınlarının sütunlar arasından süzülüp etrafta oluşturduğu şekiller kalbimin biraz daha hızlı atmasına sebep oldu. Kendi kendime gülümsedim. Bir sütuna sırtımı yaslayarak gözlerimi kapattım. Güneş ışınları doğrudan üstüme doğru geliyorlardı. Göz kapaklarımda sıcaklığı ve ağırlığı hissediyordum. İçinde bulunduğum mekanı ve zamanı unutmuş olmalıyım ki yüzümdeki basınç ve sıcaklığın azaldığını hissettiğimde ancak gözlerimi açabilmiştim. Etrafa alışabilmek için gözlerimi kırpıştırdım ve yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına attım. Birazdan güneş iyice kaybolacaktı. Keşke onu biraz daha tutabilseydim diye düşündüm.
"Gün batımının tadını çıkarmak için oldukça hoş bir gün Hypatia."
Sesin geldiği yöne baktığımda iksir dersi öğretmenimiz Bay Slughorn'un meraklı bakışlarıyla karşılaştım. Horace Slughorn kendime yakın bulduğum nadir insanlardandı. Dersler dışında pek muhabbetimiz bulunmasa da bakışlarımızla anlaşıyorduk çoğu sefer. Bu yaşlı ve neşeli adamın gözlerindeki hüznü görüyordum. Diğer çocukların onu küçümsemesi ve dikkate almaması da sanırım beni ona yakınlaştırmıştı çünkü ben de dikkate alınmayan biriydim. Dışlanmış iki kişinin dayanışmasını yaşıyorduk belki de.
Öğretmenime içten gülümsememi sundum "Uzun sürmeyecek olması ne kötü, Profesör."
Başıyla beni onayladı. Yan yana ve sessizce yürümeye başladık. Horace Slughorn bir süre sonra adımlarını yavaşlattı. Yorulduğunu düşünerek oturmayı teklif ettim ama o nazikçe reddederek bana işaret parmağıyla koca çınar ağacını gösterdi.
Ağacı gösterdiğinde içimde yeşeren bir mutluluk hissettim. Kimsenin bu ağacın güzelliğini fark etttiğini düşünmüyordum. Ne zaman umutsuzluğa kapılsam gökyüzüne uzanan ihtişamlı dallarına bakarak en üstteki yaprağın ben olduğumu hayal ediyordum.
"Bu ağaç beş yüz yıldır buradaymış Bay Slughorn"
Söyleyeceklerimi tartarmış gibi başını belli belirsiz sağ tarafa doğru yatırdı.
"Alexander Hales bahar günlerinde bu ağacın altında arkadaşlarıyla yaptığı piknikleri anlatırdı" Sözlerime devam ederken kalbimin sızladığını hissettim. Babamdan bahsetmek her zaman üzerdi beni. Kusursuz gülüşü ve bana anlattığı hikayeler dışında onun hakkında hiçbir şey hatırlamayışım beni asıl üzen durumdu. Beş yaşındaki bir kızın tozlu hayallerindeki bir figürdü Alexander. Gittikçe silikleşen, bulanıklaşan...
Horace Slughorn'un gözlerine baktığımda yine o hüzünlü ifadenin geri döndüğünü gördüm.
"Alexander Hales" derin bir nefes aldı, "Çok başarılı bir öğrenciydi. Başarısı kibarlığından ve hayal gücünün genişliğinden besleniyordu."
Gözlerime dolan yaşları başımı geriye atarak geri göndermeye çalıştım. Profesör duygusal bir an yaşadığımı fark ettiğinde konuyu değiştirmek istedi. Bir yandan da ağaçtan uzaklaşıyorduk.
"Hypatia, senin hikayeler yazdığını duydum. Hogwarts hakkında."
Şaşkınlığımı gizleyemeyerek ona baktım. Horace Slughorn şaşkınlığımı gördüğünde gülmeye başladı, "Bayan Lovegood söyledi."
Neredeyse Luna'ya kızacaktım ki bunu büyütmemem gerektiğini düşündüm. Luna'ya bile tam olarak neler yazdığımı söylememiştim. Duygularımı açık etmekten korkuyordum sanırım. Yazdığım her bir karakter benim parçamdı. Söyledikleri her bir söz, hissettikleri her bir duygu Hypatia'nın kaleminden çıkmıştı.
Ayrıca defterlerimi hiç elimden düşürmüyordum. Sürekli bir şeyler karalayan birinin ne yazdığını merak etmek insanların en doğal hakkıydı.
"Evet" kaçamak cevaplarla onu aydınlatarak daha fazla soru sormayacağına emin olmak istiyordum "Hogwarts tarihi ve mezunlarıyla ilgileniyorum."
Maalesef yanılmıştım. Söylediğim bu cümle onun merakını daha da alevlendirmişti.
"Bu harika bayan Hales. Mezunlar demek..."
Akşam havasının çökmesiyle esen rüzgar kargaların gürültülerini kulaklarımıza taşıyordu.
"Hangi mezunlar öğrenebilir miyim? Bu okulda çok uzun süreler boyunca öğretmenlik yaptım. Öğrencilerimi yad etmek fena olmaz değil mi?"
Küçük ama endişe dolu bir şekilde gülümsedim. "Adına ve hayatına dair bilgilere ulaşabildiğim tüm mezunlar hikayelerimde kendine yer edinirler. Haklarında fazla bilgi olmayanlar için ise ben bir hayat uyduruyorum."
Rüzgarın daha da şiddetlenmesiyle birlikte profesör kollarını göğsünde birleştirdi, "İçeri girsek iyi olacak."
Başımı salladım sadece. Birkaç dakika önceki isteksiz ve endişeli halim gitmişti. Aksine Slughorn'a hikayelerim hakkında her şeyi anlatmak istiyordum.
"Hepimiz unutulmaya mahkumuz Profesör" Dönüş yolunda yine o çınar ağacıyla karşılaşmıştık "Çınar ağacının yanında bile ne kadar faniyiz." Soğuk gittikçe şiddetlenmişti ama ben üşümüyordum. "Annem hep bir muggle sözünü söyler dururdu." Kutsal bir büyüyü söylüyormuşum gibi dudaklarım ahenkle kıpırdıyordu "Yer yüzünden silinirsin, ismini hatırlayan son kişi öldüğünde." Sesimdeki sakinlik gittikçe kendini heyecana bırakıyordu ve ben buna engel olamıyordum. "Söyleyin bana Profesör Slughorn. Sizce her birimizin varlığı ölümsüzlüğü hak etmiyor mu?"
Bakışlarımı Profesör'e çevirdiğimde o tam aksini yapıyordu. Bakışlarını benden kaçırıyordu. Huzursuzluğunu gizlemekte çok kötüydü. Vücudunu saran gerginlikle gözündeki seğirmeye engel olamadı.
"Oldukça derin düşünceler bunlar Bayan Hales" dedi adeta mırıldanarak "Şimdi yatakhanenize dönmelisin. Argus Filch ile başının derde girmesini istemem."
![](https://img.wattpad.com/cover/188534037-288-k613858.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stories Untold |TomRiddle|
Mystery / ThrillerHypatia Hales, yaşadığının dışında farklı dünyalar olduğuna inanıyordu. Tüm o dünyaları yaşamak, hissetmek istiyordu. Zamanda yolculuk yaparak taşıyamayacağı kadar ağır dünyalara tanık oldu. Tom Riddle'ı tek başına durdurabilir miydi?