14 / GEÇMİŞİN GÖLGESİ

284 114 60
                                    

Küçük kız annesine daha da yaklaşarak kollarının arasına girdi. Kalbinde oluşan bu ağrı onun canını çok fazla yakıyordu. Yüreği kor alevlere teslim olmuştu ve cayır cayır yanıyordu. Annesi acı bir şekilde saçlarını okşadı masum kızının. Kızının bunca acıyı çekiyor oluşu onu daha da çok üzüyordu. Biliyordu, bekliyordu ama bu bekleyişin ne kadar süreceğini o da bilmiyordu. Acısı vardı evet, ama kızı artık bu acıya dayanamaz olmuştu. Gözleri ışığını yitirmişti ve neşe diye bir şey yoktu hayatında. Korkuyordu küçük kızı, farkındaydı kadın. Küçük kızın annesini de kaybetmekten korktuğun gayet de farkındaydı ama elinden gelen hiçbir şey yoktu.

Bir mezarın başında durmuş babası sandığı kişiyi izliyordu küçük kız. Toprak yığını küçük kızı da içine çekmişti adeta o mezarın başında. Mezarda açan çiçekler kız için birer ölüden ibaretti. O ölü çiçekleri kendi yerine koymuştu ve babasına yakın olmak için ölü olması gerektiğini düşünmüştü şu kısa anda. Yüzü kızarmaya, elleri titremeye, gözleri buğulamaya başlamıştı. Sonbaharın ölü huzursuzluğu işlemişti bedenine ve beynine. Esen hafif ılık rüzgar onda ölümü çağrıştırmıştı. Küçücük aklında ölümün fısıltıları dolaşıyordu ve beynini zehirliyordu. Ölümü ona tatlı ve çekici kılarken aynı zamanda da ölümden nefret etmesini sağlayarak bir ikileme düşmesini sağlıyordu.

Onları uzaktan, bir ağacın arkasından izleyen adam için de çok zordu bu yaşadıkları. Kızının çektiği acıyı görebiliyor ama bu acısına bir son vermiyordu. Adam küçük kıza kendi elleriyle işkence ediyormuş gibi hissetti. Öyleydi de zaten. Olanları bir gözlemci gibi izlerken sadece onları da düşünmesi gerektiğinin farkındaydı ve bu yüzdendir ki karşılarına çıkmayı bırak bu kadar yakınlarında olması bile başlı başına tehlikeli bir durumdu. Bu durumun farkındaydı ama elinden bu kadarı geliyordu. Onlardan bu kadar ayrı kalmış olması bile berbatken nasıl onları görmeden dursundu ki?Ölmediğini bilse küçük kızı, ne kadar mutlu olurdu diye düşünmeden edemedi. Kalbinde filizlenen mutluluk kırıntılarına tutulmak istedi lakin küçük kızının haykışlarıyla son buldu, param parça oldu tüm o umut kırıntıları da.

"Neden? Neden aydın benim babamı? Ne iştedin ondan?"

(Neden? Neden aldın benim babamı? Ne istedin ondan?)

Küçük kız kendini tutamadı ve mezara sarılmaya başladı. Kadın ağladı bu küçük kıza. Elinden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu çünkü. Kızına engel olmadı. İçi yanıyordu, biliyordu ve bu yüzden daha fazla kızına engel olmak istemedi. Acısını gün yüzüne çıkarmasını izledi. Perişan olmuştu ama kadının başka yapabileceği bir şey yoktu ki. Her sözcüğünden çıkan acı aynıydı küçük kızının. Kalbi öyle boştu ki acısı doldurmaya yetiyordu minicik ruhunu. Elleri titreye titreye toprağını avuçladı defalarca. Babası bu toprağın altınaydı çünkü. O böyle biliyordu. Ellerinden akıp gidiyordu topraklar. Her eli boşaldığında tekrar takrar avuçladı toprağını babasının. Buz kesen kalbi, kanının çekilmesi, acısı... Kimin elinden ne gelirdi ki?

İsyanı o kadar acı bir haykırışa dönüştü ki, toprak titredi o küçük kızın acısıyla. Yer utandı, toprağın altına aldığı bedenden. Sarsıldı tüm varlıklar bu saf haykırıştan. Acısı hissedildi bütün gerçekliğiyle. Ne kadar utandı varlıklar kendilerinden, ne kadar ayıpladı mezar taşları şuncacık toprağı. Bir bedeni de almasaydı, gözü doysaydı kara toprağın.

"Baba, yütfen gey aytık. Çok özyedim ben şeni. Niye gittin ki şen uzakyaya? Beni niye bıyaktın ki? Şevmiyo muşun yokşa beni? O yüzden mi gittin? Ama ben şeni çok şeviyoyum baba. Gey aytık noyuy. Noyuy gey..."

(Baba, lütfen gel artık. Çok özledim ben seni. Niye gittin ki sen uzaklara? Beni niye bıraktın ki? Sevmiyor musun yoksa beni? O yüzden mi gittin? Ama ben seni çok seviyorum baba. Gel artık ne olur. N'olur gel...)

Nasıl bir acıydı bu böyle. Yürek bu acıya nasıl dayanırdı. Hele ki küçücük, masum bir ruha sahip bu minik kız nasıl dayandırdı? Kalbi parçalanıyor, alevlerle kavruluyordu adeta. Dayanmak ağır geliyordu bedenine. Acısı gözler önünde yerlere serilmişti. Omuzundaki yük onun taşıyamayacağı kadar ağırdı. Hep aklında takılı kalıyordu bazı şeyler. Unutamazdı ama canı yanıyordu. Kendisi parçalanıyordu. Elinden tutan kimdi annesinden başka. Bir baba istiyordu, kendi babasını. Ona hep sarılmayı, bir kere kokusunu derince içine çekmeyi, minicik ellerini babasının kocaman ellerinin içine koymayı, onunla oyunlar oynayıp kahkahalarla gülmeyi...

Babasının mezarının içinde sayıklayarak uyuya kaldı küçük kız. Göz yaşları, göz pınarlarında kurumaya başlamıştı bile ama içinde akıttığı yaşlar hala yerli yerinde duruyor ve her zaman da akmaya devam edecek gibi duruyordu. Lakin bir mucize gerekti onlara. Bir mucize yeterdi hayatlarını peri masalına çevirmeye. Güzel şeyler olabilirdi ama daha zamanları vardı. Canları biraz daha yanacaktı ama değerdi bu eşsiz mutluluğu tatmaya. Kimse huzurlu olmazdı bu bekleyişte belki ama en azından yüzleri uzun bir aradan sonra gülmeyi hak ediyordu ve bekleyiş bu mutlu an içindi.

SMERALDO +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin