Kırmızı,renklerin en agresif olanıdır ve savaş ya da kaç tepkisini harekete geçirir,diyor bir eğitmen.Kan rengi ya da ateşteki renklerden biridir, bu yüzden aklınızda, kırmızının tehlike anlamına geldiğini söyleyen bir devre harekete geçer. Elbette, kırmızı mürekkebin anlamı da buydu: bir uyarıydı.
Tüm kırmızıların dikkatinizi çekmesi ve size, bir şeyi yanlış yaptığınızı söylemesi gerekiyordu.
"Kırmızının bir çağrışımı var," diyor bir mimar. Ona ne oluyorsa. "İnsanlara kendilerini kötü hissettiriyor."
İşte burada devreye mor giriyor; teorik açıdan bu, insanlara, kendilerini kötü hissettirmeden hata yaptıklarını söylemenin bir yolu. Belki babam bana küçükken bu anlatmamış olsaydı şimdiki ruh halim kırmızının yan evresi olmuş olabilirdi diye düşünüyorum.
Sonra kendimden bir ses "aptal olma,"diyor. Bu hayatta küfredilecek çok s*kik sahnen var. Öyle de denilebilir.
"Bugün ki ders işleyişimiz soru cevap şeklinde olacak. "Sınıftaki uğultular yükselirken kürsüde duran Taylan Hoca gür sesini tüm amfiye duyuracak şekilde bağırdı. "Gençler! Saygı çerçevesinde birbirimizi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Artık çocuk değilsiniz.
Yanlış mıyım?"Ve sessizlik.
Taylan hocayı severdim. En azından bir klası vardı. "Evet,"genzini temizledi
"bende öyle düşünmüştüm."Arkadaki bir kız grubu kıkırdayıp hoca hakkında konuşurken elimdeki kalemi çevirmeye devam ettim. Kimse kimseyi, beni, ilgilendirmiyordu.
Bu yüzden ders bitene kadar dersi dinliyormuş gibi yaptım. Taylan hoca gerçekten dinlemediğimi fark ettiyse de bir şey söylemedi. Tesadüfen gördüğüm Onur dersteyken bana gülümsemişti. Sadece karşılık vermekle yetindim. Ders bittiğinde beni kapıda durduracak gibi olduysa da vazgeçip sadece başıyla selam verdi. Hafifçe başımı eğdim. Öğleden sonra bir iki dersim daha vardı.
Açıkçası eve gitmek istemiyordum. Bu yüzden kantine inemeye karar verdim. Benim akranlarım daha çok gruplar halinde gezerken benim tek tük arkadaşım vardı. Sosyal olmadığımı kabul ediyordum ama asosyal değildim.
İlerde bir yerde Adal'ı gördüm. Bana doğru geliyordu . Kahve makinesinin önündeki kısa kuyruğa giriş yaptım.
"Selam."
"Merhaba." Sadece, selam kelimesinden hoşlanmıyordum.
"Andreas'ın nerde olduğunu biliyor musun? Hiçbir yerde bulamıyorum."
Sıra bana gelmeden hemen önce Adal'a bir bakış attım. "O zaten hep kaçak." Belki şuan tanıştığımız gibi tanışmasaydık, Adal'la beraber onun adına endişelenebilirdim. Neyse ki böyle bir şey olmadı. Onun gibi tehlikeyi yanında gezdiren bir adamı merak etmek aptallık olurdu.
Kahve dışarıya adım attığımız andan itibaren ellerimi ısıtmaya başladı. Adal okulun yakınlardaki bir kafede oturmayı teklif etmişti. Kahve içiyor olmama rağmen onu reddetmedim. Ara sokaklara girerek yürümeye başladık.
"Okumuyorsun sanıyordum." Kıvrımlı dudaklarını aralarken gülümsedi.
"Sana aksini düşündüren ne?"
"Ne zaman görsem Zehp'te veya barlar sokağındasın."
"Bulunurum ara sıra," dedikten sonra ensesine elini attı. Vurgusu netti.
"Okuduğum yer merkezde kalıyor bu dönem kaydımı dondurduğum için gitmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Gün
ChickLit"Bir kere daha," Zehir kokan sesi zihnimde tekrar ediliyordu. Dudakları ise kulağımın hemen yanı başındaydı. "Deli olduğunu söyleyecek olursan sikik geçmişinde yer alan herkesi öldürürüm. Sonra altıma bir sandalye çeker ve öylece yapmakta olduklarım...