Kahretsin dedim tekrar ve tekrar.
Güvenemiyordum. Güvenmenin ne demek olduğunu bile bilmiyordum. Acınılası duygular bile beslediğimin farkında değildim. Etrafımdaki herkes iyi birer kişilik taşıyormuş gibi görünüyordu ama sadece görünüyordu.
Ah, kahrolasıca zihnim.
İyinin gerçekten iyi olduğunu sanıyordu.
Standartların üstünde kimse kendine iyiyim demezdi çünkü biz aptal insanlar, bize benzeyen kişilere acımaktan başka bir şey yapmazdık. Sevgiden beni daha güçlü kılan nefret beliriyordu çoğu zaman silik zihnimde. Şu an yanımdakilerin bir diğerine tahammülü yoktu. Neden varlardı ki? İnsanlar kalabalıktan ötesi değil, diye düşündüm.
Zihnim öyle söylüyordu çünkü.
Akıl almayan hasır ip belimin kıvrımlarında gezinir gibi zihnimin uç noktalarındaydı. Değindiğim noktaları çoğu zaman ben bile algılayamıyordum.
Bir şeyler düşünüyordum ama düşmanlığımın kime olduğu çoğu zaman belli belirsizdi.
Boğulan sancılar kustuğum günleri unutmak acıtmıyordu. Oysa sancıları yaşatan kişilere gülümsemek nefret edilesi. Kahrolası bir kaç kelime eklemem gerekiyordu. Nasıl olduğumu sorduklarında bir kaç geçiştirme cümlesi. Oysa dönüp duruyorum. Durduğum yer neresi bilmiyorum. Çoğu zaman o aile anılarını aklımdan söküp çıkarmak istiyordum. Bana bir getirisi yoktu.
Dünyada, her şeyinizi kaybetseniz bile kurulu bir düzen vardı. Anlayacağınız sizin s*kik hayatınız hala kimsenin umurunda değil.
Sevmenin ne olduğunu bildiğimi sanmıyordum çünkü kavga etmeden geçinebileceğim hiç kimsem yoktu. Etrafımdakileri içten içe eleştiren bencil bir kızdım ben. Hep daha fazlasını isterdim. Çukurlarda biriken su birikintilerinden olmak istemiyordum ya da tümseklerden kayıp giden su damlalarından.
Sarışın, çok aptalsın.
Yüzümü ekşittim. Dünya üzerinde evim denebilecek hiçbir yer yoktu. Bu gezegene ait değildim ama başka gezegenlerde de hayat bulabileceğimi sanmıyordum.
"Seni evde bulmak garip hissettiriyor."
"Sana hiçbir duygunun garip hissettirdiğini düşünmüyorum."
"Doğru," dedi ceketini yine aynı köşeye fırlatırken. "Zaten hissettirmiyor." Kendine koltuğa bırakırken yüzüme hafif bir rüzgar çarpmıştı.
Gözlerim karşı taraftaki ağaçları izlese de yanıbaşımda olan Andreas'ı yine de görebiliyordum. Gözleri tavanda takılıydı. Şu an aklından neler geçirdiğini bilmek ister miydim, diye düşündüm. Muhtemelen başımı belaya sokacak türden düşüncelerdi.
''Kaçmadım.''
''Görüyorum,'' dedi olağan bir şeymiş gibi. Dudaklarımı üzülmüş gibi kıvırdım. ''Bir şey söylemeyecek misin ?''
''Plaket mi vereyim amına koyayım ? Aferin sarışın. İnan kaçarsan nasıl yakalarım diye düşünüyordum yol boyu.''
''Ayı,'' diye homurdandım önüme dönerken. Biraz kibar olabilirdi. Ya da en azından kibarmış gibi gözükebilirdi ama bunu yapmıyordu işte. ''Tabi düşüneceksin. Dağ evine kaçırdın beni geri zekalı. Ormandan bir ceset daha mı toplamak istiyordun ?''
''Ben niye toplayım, ben mi öldürdüm? Seni öldürmeye kimin gücü yetiyorsa cesedinle de ilgilensin bir zahmet.''
Bakışlarımı gözlerine çevirdim. Bir ayağını diğer dizinin üstüne atmakla meşguldü. Sinirlendiğimi hissettim. ''Ölsem peşimden gelmeyeceksin yani ?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Gün
ChickLit"Bir kere daha," Zehir kokan sesi zihnimde tekrar ediliyordu. Dudakları ise kulağımın hemen yanı başındaydı. "Deli olduğunu söyleyecek olursan sikik geçmişinde yer alan herkesi öldürürüm. Sonra altıma bir sandalye çeker ve öylece yapmakta olduklarım...