7. Bölüm: Temas

1.8K 71 32
                                    

Merhabalar!

Henüz pek kimse olmasa da okuyan arkadaşlara çok teşekkür ederim, yorumlarda fikirlerinizi belirtirseniz çok mutlu olurum ❤️

Keyifli okumaklar!

Nedenini bilmediği bir panik haliyle birkaç dakika daha oyalanıp banyodan çıktı. Göğsünün içinde, tüm bedenine can veren o organ, ayaklarına da komik bir hız vermişti. Tıpkı banyoya girerkenki hızıyla mutfağa döndü.

Çetin Bey, kucağına aldığı Nil'le beraber eski yerinde oturmaya devam ediyordu. Gözlerindeki parıltı, değerli bir mücevhere olan hayranlığından gibiydi. Kızını incitmeye korkar bir tavırla, yanağını usulca okşuyor ve henüz oturmayı, dik durmayı yeni öğrenen pamuk bebeği elindeki biberonla besliyordu. Güneş fark ettiği acı gerçekle tokat yemişe döndü. Nil artık anne sütü içemeyecek miydi? Bu konuda pek bir bilgi sahibi olmasa da dergilerden veyahut televizyon reklamlarından duyduğu kadarıyla altı ay çok erken bir süreydi. Bu onun, Nil'e yeniden acımasını sağlamıştı. Nedense bu bebeğe acıyıp dursa da bir türlü ona ısınamıyordu, bu Tülay Hanım'ın, o şirin bebeği sevmemesi için söyledikleriyle de alakalı olabilirdi. Ama Güneş'in, Nil'den bir elektrik alamadığı kesindi. Ona sadece iş gözüyle bakıyordu ve dünden beridir de annesi olmayan bir çocuk gözüyle.

"Güneş,"dedi Çetin kapı pervazında dikilen genç kadını görünce. Onlara çekinir bir ifadeyle baktığını yakaladığı için az önceki tavrından kendisi de rahatsız olmuştu. Güneş'in yaşı aklında olmasa bile kahvaltı terbiyesi alacak çocuk yaşını çoktan geçtiğini tahmin etmek pek de zor olmamalıydı.

"Gel otur, bak minik cadı da uyandı."

Özür dilemek daha mantıklı olurdu belki ama Çetin bu durumu dillendirirse daha absürt olacağını düşünerek bundan vazgeçmişti. Onun yerine ilgiyi kucağındaki "cadı" diye adlandırdığı "melek"e çekmek daha makuldü.

"Nil çok akıllı bir bebek, hiç cadılığını görmedim,"derken Güneş eski yerine oturmuştu. Bir yandan da gözleri baba-kız üzerinde, saklayamadığı bir hayranlıkla geziniyordu. Hoş, hayranlığın daha çok kime olduğu ortadaydı lakin Güneş az önce kendine itiraf ettiği gerçeğin somutlaşan varlığıyla nasıl konuşacağını tam olarak bilmiyordu. Özellikle son zamanlarda ettiği birçok iş tecrübesi yüzünden insanlarla sürekli iletişim halinde olmak zorunda kalsa da hâla muhabbet konusunda pek başarılı değildi.

"Öyledir,"dedi Çetin, kızının yumuşacık kafasına derin soluklu bir öpücük bırakırken. Bu, yapmayı en çok sevdiği şeydi. Kızını öpmek. Ama düne kadar eşi buna da karışıyor, kızlarının cildini bozacağını söyleyerek mani oluyordu.

"Ee,"dedi Güneş'e hitaben. Bu sabah daha fazla Tülay'ı hatırlamamalıydı. Zaten tüm gece uyku uyumamıştı. Şimdi kızı kollarındayken hissettiği huzurun sürmesini istemek onun en büyük hakkıydı.

"Kaç yaşındaydın sen, Güneş?"

"Yirmi beş yaşındayım, Çetin Bey."

Fırsat bu fırsat, diye düşündü Güneş. Çetin Bey'e yaşını sormanın tam zamanıydı. Hem başka türlü nasıl öğrenebilirdi ki? Tek yapması gereken dudaklarını aralayıp "Siz?"diye sormaktı. Bu laubalilik olur muydu? Öyle olsa bile... Kafasını kurcalayan binbir türlü ihtimalden kurtulmanın başka bir yolu yoktu. Ya aralarındaki yaş farkını merak edip kendini yiyecekti ya da sorup öğrenecekti.

O ana kadar sırtından soğuk terler akmaya başladığını anlayamamıştı. Dudaklarını aralayıp sormak istedi ama iradesi ona darbe yapmış, kontrolü tabiri caizse eline almıştı. Ağzı zamkla yapıştırılmış gibi kalakaldı ve artık başaramayacağını anladığında yenilginin hain sırıtışları eşliğinde vazgeçti. Bunu hiçbir zaman başaramayacağına dair karanlık bir depresyon ona sinsice yaklaşıyordu. Güneş çaprazında, sadece birkaç santim uzağında duran adama bu kadar mı imkansızdı? Çetin Bey'in aşık olduğu, duruşuyla yerleri titreten Tülay Hanım'ı ve bir de ağzını açıp bir soru sormaktan aciz kendini yan yana koyduğunda, hiç şansı olmadığı görmek onu adeta boğuyordu.

KALBENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin