O akşam, Dilşad'ın bayılmasından ve kendine gelmesinden sonra hiç kimse tek kelime etmemişti. Yanlızca birlikte oturdular. Sonrasında saat geç olunca Dilşad ve Fırat, Şivan ağayla birlikte ayrıldı konaktan. Her ne kadar artık affedilmiş olsalar da, henüz aynı evde kalacak ortam oluşmadığının farkındaydılar. Zamana ihtiyaçları vardı, bunu en iyi şekilde biliyorlardı. Ancak konağa gündüzleri uğrayacaklar, ailelerinin yanında olacaklardı. Ertesi gün olduğunda, kahvaltı sofrasına oturulmadan gelmişlerdi konağa yine. Şivan ağa da onlarla gelmişti. Bu sayede Aslanerler hakkında bilgi edinebilirdi belki de. Nihayetinde kahvaltı hazırlanmış, herkes sofraya geçmişti. Kahvaltı sonrasında hiç zaman kaybetmek istemeyen Miran, alınan kararı söylemeden önce:
"Sıla, çocukları yukarı çıkar, onlarla ilgilen." dedi ve sonrasında söze başladı:
"Tüm aile burada olduğuna göre, söyleyeceklerimi dikkatle dinlensin! Kardeşimin vefat ettiği haberini alan aşiret ağaları toplantı yapmışlar, dul bir kadınla dul bir erkeğin aynı çatı altında barınmasının uygun olmadığıyla ilgili olarak. Bir de töre kurallarını bilirsiniz, kardeşi vefat eden bir erkek, kardeşinin karısıyla evlenmek zorundadır. Bu daha uygundur. Aşiret de bu kararın uygulanması gerektiğini söyledi. Dilşad bilirsin, sen benim kardeşimsin hep de öyle olarak kalacaksın. Ancak bu kararı uygulamış görüneceğiz. Kağıt üzerinde karı-koca olacağız." dedi.
Dilşad:
"Töre kuralları ne derse onu yapalım ağam. Ve sana bu konuda güvenim sonsuz. Sen ne dersen, nasıl istersen öyle olsun ağam." dedi.
Miran:
"Bu kararı aldığımıza göre, düğün için hazırlıklara başlayalım. Aşiret, tam bir düğün yapmamızı ister, içimiz kan ağlasa da bunu yapmak zorundayız." dedi.
Şivan ağa:
"Yeğenimin acısı daha çok tazeyken, bu bizden yapılması isteneni yapmak çok zordur. Ancak töre karşısında da boynumuz kıldan incedir." dedi ve ekledi "Hazır tüm aile bir aradayken size söylemek istediklerim var. Kardeşimin vefatından sonra bunca yıl sizinle ilgilenemedim. Bilirsiniz, işlerim, evim, her şeyim İstanbul'dadır. Onlarla ilgilenmek zorundaydım. Şimdi ise, artık işlerimle oğlum Burak ilgilenecek. Ben de burada, sizinle, ailemle olacağım. Bu benim en büyük isteğimdir, bilesiniz. Siz bana kardeşimin emanetisiniz." dedi.
Tüm bunlardan sonra kimse konuşmadı, herkes kendi halindeydi. Acılarıyla hemhal olmaktaydılar.
***
Aslaner konağında ise, herkes bu yeni meydana gelen olayın üzüntüsü içerisindeyken, Baran'ın Amerika'dan çok yakın arkadaşı Emre onu ziyarete gelmekteydi. Uçağının inmesine yarım saat kadar vakit kalmıştı. Evlerine daha evvel bir kaç defa geldiğinden adresi biliyordu. Sürpriz yapmak için haber vermemişti. Baran'ın başına gelenlerden haberi yoktu elbette. Geçen yarım saatin ardından uçak nihayetinde inmişti. Küçük bavulunu da aldıktan sonra, havaalanından Aslaner konağına varmak üzere yola çıkmıştı. Baran'ı görmeyeli epey bir vakit olmuştu ve çok özlemişti onu. Baran okulunu bitirip mezun olamadan memleketine gitmiş ve bir daha da Amerika'ya gitmemişti, Emre onu pek çok kez aramasına rağmen ulaşamamıştı ona bir türlü. Aradan geçen bu 5 yıldan fazla sürede de okuldu, mezuniyetti, ailevi sorunlardı derken Baran'dan bir daha haber almasına imkan da kalmamıştı. Bu süre daha da uzardı da, Emre artık tahammül edememişti dostuna olan özlemine. Sonunda Aslaner konağına geldiğinde kapıyı tıkladı. Kapıyı açan, evin hizmetçisi Hîvda olmuştu:
"Buyurun kime bakmıştınız?" diye sordu.
Emre:
"Ben Emre. Baran'ın Amerika'dan arkadaşıyım, onu ziyarete geldim." dedi.