Ben doğduğumda on dokuz yaşındaydım.
Hayata on dokuz yıl geç başladım.
Bu dünyadan çalacağım bir on dokuz yıl vardı ama onu çalmaya bile korkuyordum.
Bunu neden hak edeyim? Neden buna sahip olayım...Yaşamak için on dokuz yıl boyunca beklemişken, neden şimdi olsun ki?
Hiç inanmadım. Göğe bakmaya utanırken gözlerimi ardına dek açabilme düşüncesine katlanamadım. Çünkü buna tutunursam, bunu umut bellersem sandım ki babam çizdiğim resimleri yırttığı gibi bu umudu da alır elimden. Tutunduğumu dal gibi kırar. Ben yere düşerim.
Leyla gittiğinde babam umudumu elimden almadı ama ben yine düştüm.
Sonra on dokuz yaşımın beşinci ayında, ayağa kalktım.
Bir adam sayesinde yaptım bunu. Ona bunu söylediğimde dudaklarını birbirine bastırıp reddediyor beni. "Hayır," diyor ciddiyetle. "Sen yaptın."
Ben de başımı omzuna koyuyorum. "Çünkü beni dinledin," diyorum. "Ben konuşmazken hem de."
Kurtarılmayı bekleyen her kadın, her çocuk...Yere çöküp daha fazla darbe almamak için kollarını başına saran her insanın beklediği bu.
Susuyorken biri onlara "Neden sustun?" diye sormak yerine, suskunluklarının peşine düşülsün istiyor.
Kurtarılmayı bekleyen herkes.
Boran Yavuz, benim suskunluğumun peşine düştü.
Ben çok ağladım.
İçimden.
O çok duydu.
Ben duymazken.
Sonra ben doğdum.
Doğduğumda on dokuz yaşındaydım.
*
Boran'ın elini tutan elim terliyor. Ellerim öyle bir titriyor, vücudum öyle bir terliyor ki beyaz elbisem neredeyse üzerime yapışıyor. Biliyorum, yüzüm her şeyi ele veriyor. Durmadan kıpırdanan bedenim, küçük bir çocuğu andırıyor. Boran elimi bıraksa kaçıp gidecekmiş gibi hissediyorum. İnsanlar bana bakıyor. Onlar baktıkça kendimi bir köşeye saklamak istiyorum. İnsanlar bana bakıyor, kimisi anlam veremiyor; kimisi heyecanımı görüyor ve anlayışla gülümsüyor. Gözlerimin ardındaki yaşların sebebini biliyorlar.
Boran yanı başımda duruyor. Bir eli kuvvetle elimi tutuyor. Öbür eli cebinde. Onun rahatlığına imreniyorum. Elini sıkıyorum, bana tekrar buradayım desin istiyorum. Yüzünde hiçbir mimik olmamasına rağmen buraya gelmeden evvel hissettiğim dudaklarının sıcaklığı beni rahatlatıyor. Elimi dudaklarıma götürüp tekrar hissetmek istiyorum. Buna ihtiyaç duyuyorum.
Sonra gözlerimi tekrar etrafa çeviriyorum. Kalbim yine kasılıyor. Zavallı kalbim diyorum. Duvarlarda Boran'ın bana ait olan parçaları resmettiği çizimlere bakıyorum. Kalbim, sakin ol kalbim. Saçlarımı görüyorum. Bazılarında açık saçlarım. Bazılarında örgülü. Yolunmış saçlarım da bir köşede. Gözlerimi görüyorum. Yaşlı gözlerimi. Gülen gözlerimi. Morarmış gözlerimi. Dudaklarımı görüyorum. Patlamış dudaklarımı. Kanayan dudaklarımı. Bir de gülmekten ayrılacak gibi olan dudaklarımı. Gözyaşlarımı. Yaralarımı. Kanayan tenimi. Omzumdaki izleri. Sırtımdakileri. Gülüşlerimi. Hüzünlerimi. Ağlarken nasıl da çirkinmişim diyorum.
Hepsi bir kurşun kalemle somutlaşmış, can bulmuş. Benim güzel sevgilim, dört bir yanı benimle donatmış.
Bakışlarım tekrar insanlara kayıyor. Çok kalabalık sayılmayan ama beni heyecanlandıracak kadar çok insanın bulunduğu salonda nefes almak gitgide zorlaşıyor. Benim gördüğüm her şeyi onların görüyor olması karnımda bir ağrı oluşturuyor. Boran tekrar elimi sıkıyor. O elimi sıkınca sanki güç buluyorum bundan. İnsanlar bana bakıyor. Derin bir nefes alıyorum. Sonra, onlara bakıyorum ve diyorum ki, "Evet, bu benim. Karşınızda kanlı canlı duran bu kız bir zamanlar bu yaralar yüzünden öleceğini zanneden o kız."
Sanki beni duyuyormuş gibi Boran'ın büyük bir gerçeklikle resmettiği yaralara bakıyorlar. Boran onları öyle güzel çizmiş ki elimi uzattığımda parmaklarımın ucuna kan bulaşacağını düşünüyorum. Hayranlıkla bakan gözleri onların da aynısını düşündüğünü gösteriyor.
Derin bir nefes alıyorum, tekrar.
Boran elimi dudaklarına bastırıyor, bakışlarını arkamızda duran resme çeviriyor.
"Bugün sevdiğim kadının doğum günü," diyor Boran. "Küle dönmüş bir gülün baharı nasıl getirdiğini dinlemeye hazır mısınız?"
*
Merhaba ailem.
Ve sanırım görüşürüz.
Final yakındı, biliyorduk ama ben nasıl olacağını bilmiyordum. Hayatımın karmaşık ve beni yoran bir dönemine girmiştim. Son bölümü yayınladığım günden beri belki daha da karışıklaştı her şey. Şehir değiştirdim ama sanki dünya da değiştirdim. Alışmaya çalıştım ve bu esnada toparlanamadım. Hiçbir karakterime ulaşamadım. Yazamadım ve bu beni deliye çevirdi. 21 Eylül'de 'final' başlığını oluşturdum.
Devam edemedim.
Bugün otobüsteydim ve bu hissin beni ne kadar yorduğunu düşündüm. Konuşacak birçok şeyim vardı ama kimsem yoktu aynı zamanda. Yazamıyordum, yazmayı denemiyordum bile. Burada siz vardınız ama ben o kadar yoktum ki belki gitmiştiniz bile. Bu hissi sevmedim, bu histen nefret ettim. Beni dinleyen bir ailem vardı ama hala mevcutlar mı bilmiyorum. Bugün biri bana artık bir şeylere saplanmayı bırakmam gerektiğini söyledi. Kendime deneyeceğim dedim. Hem sizin hem de kendim için.
Hiçbir plan yapmadım bölüm için. Başına geçtim ve yazdım.
Çıkan bu oldu.
Ve sanırım çıkandan mutluyum. Şaşalı bir final yazmak isterdim belki akıllardan hiç çıkmayacak sözler düşünürdüm. Denerdim ama içimden gelirse yazdım ve yazarken kendimi tutamadım. Onlara hak ettikleri gibi bir şey verdiğimi düşündüm. Şimdi tekrar okuyunca diyorum ki okurlarım ne demek istediğimi anlayacak.
Umarım buradasınızdır. Sizinle daha konuşacaklarım bitmedi.
Teşekkür bölümünde görüşmek üzere.
Sizleri çok seviyorum.
Her şey için teşekkür ederim,
dila.