dalıyla barışan çiçek

6.9K 632 122
                                    

Leyla'nın yüzünü hatırlıyorum. Nasıl unuturum ki? Küçüklüğümün kahramanına ait her detay zihnimde. Ablam, annem ve babam olmayı beceren küçük Leyla'nın onun hayatında olduğum her anı zihnimde, özenle saklanmış bir vaziyette. Büyümüş Leyla da öyle. Özgürlüğü için çabalayan Leyla da ama gidişi ardından var olan, yeniden doğan Leyla yok. Ona dair zihnimde olanlar hafif kemerli bir burun, gül kurusu rengindeki teni, büyük gözleri ve şişmiş karnı. Bir de Leo ve Gece'ye olan bakışları. Küçük ailesine duyduğu sevgi. Gitmiş ve geriye bakmamış olan Leyla'yı böyle anımsıyorum. Ona kızıyorum, ona bağırıyorum ama yine de onun mutlu olduğu o aileyi kıskanıyorum. Leyla'nın başka bir ailede olmasını kıskanıyorum. Benim tek ailemken bir başkasının ailesi olmasının acısını bir türlü atamıyorum.

Nasıl olur diye başlayan her cümleyi utançla bitiriyorum. Evet onun da hakkıydı ama bir defa daha geriye baksaydı, olmaz mıydı? Eğer geriye baksaydı benim koşmak için nasıl da hazır olduğumu görmez miydi?

Ona duyduğum kırgınlık ve kızgınlık zamanla içimde büyümüştü ve kendime duyduğum kızgınlıkla birleşmişti. Sanki ben ona cephe almıştım artık. Bir başkasının ailesi olurken benim ailem olamazmış gibi. Hiç dinlememiştim ki onu.

Şimdi güzeller güzeli ablam karşımda duruyordu. Bana bakıyordu. Ağlıyordu. Neden ağladığını bilmiyordum ama o ağlıyor diye ben de ağlıyordum.

Bakışlarım Leyla'nın arkasında duran Boran ve Leo'ya kayıyor. Boran ihtiyatli bir şekilde bana bakıyor ve gözyaşlarım ben onlara hakim olmadan daha da akıyorlar. Gözlerini benden ayırmadan, "Biz biraz çıkalım," diyor Leo'ya hitap ederek. Hafifçe onun omzuna dokunuyor ve tam gidecekleri esnada yanıma gelip kulağımın dibinde diz çöküyor.

Dudaklarını şakağıma bastırırken derin bir nefes alıyor. "Bana kızma," diyor benim dışımda kimsenin onu duyamayacağı bir sesle. Büyük eli yüzüme yapışan saçlarımı geriye iterken, "zamanı gelmişti." diye devam ediyor. "Hemen kapının önündeyim. İhtiyacın olursa orada olduğumu bil, tamam mı?"

Bu cümlesi daha da ağlatmaya başlıyor beni. Onun bu düşüncesi karşısında tüm savunma mekanizmam alt üst oluyor çünkü Boran biliyor. Zamanında kapının önünde ihtiyacım olur diye beni bekleyen kimsenin olmadığını biliyor ve şimdi söylemesine gerek olmayan bir şeyi sırf bu yüzden üstüne basa basa tekrarlıyor. Orada benimle olduğuna dair olan inancımı her defasında daha güçlü kılmaya çalışıyor. Benim kendime duyduğum sevgisizlik bir gün onun sevgisine olan inancıma da sıçrar diye dikkatli oluyor. Güzel Boran'ım beni benden daha iyi tanıyor.

Başımı sallıyorum anlayacağı bir şekilde ve o ayağa kalkmadan evvel bileğini tutup onu biraz kendime yaklaştırıyorum. "Seni seviyorum," diye fısıldıyorum. Kalbimin kapakçıları kanat oluveriyor o anda ve dört bir yanı dolaşan bir hüma kuşu gibi hissediyorum kendimi. Bulunduğum yer bir cennet değil ama kelimelerin dudağımda bıraktığı tat tam olarak böyle hissettiriyor. Evet işte sevmek böyle diye tekrar ediyorum kendime. Dünyada bulunmanın ağır bedelleri bir an için hiç olmamış gibi geliyor.

Boran'ın dudakları kıvrılıyor iki yana ardından sessiz bir şekilde kıpırdatıyor o da dudaklarını. Ben de öyle.

O, odadan çıkana dek onu seyrediyorum. Kahverengi kapı arkasından kapanana dek gözlerim onun geçtiği tüm noktalardan dolanıyor. Birkaç saniye önce burada olmasından güç almaya çalışırmış gibi derin bir nefes alıyorum ve yatakta doğruluyorum.

Leyla sarı pikenin kenarını çekerek yanıma oturmadan önce burnunu çekiyor.

"Gece nerede?" diye soruyorum o ellerini dizinin üzerinde birleştirirken. Yüzük parmağındaki alyansı çevirirken dudakları istemsizce kıvrılıyor. "İçeride," diyor. "O uyuyor. Senin adam...Boran salonu hazırladı ona."

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin