doğmak.

7.4K 748 228
                                    

Seni tane tane yıkan ne varsa, oluk oluk kanlarını akıt. Kırgınlıklarını doldurduğun bavulun ağzı kapanmıyorsa, bavulu bırakıp gitmeyi öğren. Kaçıp gittiğin o evin önüne zorla varan ayaklarına söz geçir. Yol bir yere varır, elbet varır. Kaçtıklarına dönersen bir daha göğü görebilir misin sanıyorsun? Pencereyi bir defa açmak gerekiyor, gerisi geliyor zaten. Bavulun orada dursun. Ölümler beklesin, senin nice öldüklerini saymadılar. Sen de sayma. Bırak bencillik ediyor olasın. Saygıyı iki dudağının arasına küfür sıkıştırmış insanlara vefadan bahsetmeni hak etmiyorlar. Onlar bilmiyor. İhtiyacın olanla yaşadığın arasındaki ayrımı bilmiyorlar. Kendi hayatlarındaki egemenlikleri kaybedenler, senin hayatına yerleşmeye çalışıyorlar.

Ufukta bilinmezliklerle dolu bir gök var, pencerenin bitişiğine oturmuş onu izliyorum. Kaygılarım ve umutlarım ilk defa aynı çatı altında kalmaya zorlanmışlar ama ses etmiyorlar. Kalacak hiçbir yerleri yok. Zira zihnimde yeni bir şeyin filizlenmesine olanak sağlayacak kadar toprak bile kalmadı. Karış karış mezarlar, beynimin içinde nöbetleşeler. Yine de tüm bunlara rağmen orada yüzünü göğe dönmüş bir çiçek var. O çiçeği büyüttükçe büyütüyorum. Bir gün o çiçek olmayı mı diliyorum, bilmiyorum.

Bilsem de bazen hayal kurmayı hayal etmek bile fazla geliyor.

Pencerenin dibindeki koltuktan sarkan bacaklarımı istemsizce sallıyorum, elimde tuttuğum şiir kitabının bir dizesini bile okumadığım halde pürdikkat sayfaya bakıyorum. Uzun zamandır yerinde duran bir acı varmış da şimdi onu uğurlayınca ne yapacağımı bilmez bir hale gelmiş gibi hissediyorum. Bir boşluğun içinde deviniyor, deviniyor ama yine de olduğum yerden bir adım daha da uzağa gidemiyorum.

Günlerim burada geçiyor. Boran'ın yanında. Ait hissedebildiğim, bundan çekinmediğim tek yerde. Attığı iki adımdan birinin çıktığı yerde geçiyor günlerim. Ve bu hoşuma gidiyor. Uzun zamandır açması beklenen çiçeğin bir anda tüm yapraklarını güneşle tanıştırması gibi. Uzun zamandır hissetmeyi beklediğim ne varsa hepsinin kat ve kat fazlasına kavuşmuş gibi. Yine de hala korkuyorum. Bir şeylere sahip olmanın en kötü yanı bu belki de. Zamanın birinde onu kaybedebilme düşüncesi insanı her şeyden alıkoyuyor.

Ellerimi başıma dayayıp alnımı ovalıyorum. Boran, dışarıda bir işi olduğunu söyleyip gitmiş ve hala gelmemişti. Gözlerimi saatte dikip gideli ne kadar olduğunu hesaplamaya çalışıyorum.

O sırada anahtar sesiyle başımı kapıya çeviriyorum.

Hayatımın herhangi bir anında kalbim bunu karşılamayı öğrenebilecek mi diye merak ediyorum. Onu biliyorum. Gözlerini, dudaklarını, sakallarını, saçlarının elimde bıraktığı o hissi biliyorum. Ama her defasında parmaklarım karıncalanıyor. Dudaklarım sızlıyor. Ellerimden kollarıma doğru bir kırgınlık dağılıyor.

Ayağa kalkıyorum ve o da neden kalktığımı anlıyor. Anahtarlarını bırakıp yanıma geliyor. Bir güzel kollarına alıyor beni. İşte burada, diyebiliyorum kendime. Ellerimi saçlarına doğru kaldırıp buklelerini bir güzel karıştırıyorum. Özümsemeye ihtiyaç duyuyorum. Boynuna doğru bastırdığım burnum hareket ettirip onu teninden öpüyorum. Belimi saran kolları daha da sıkışıyor. "Üniversiteden geliyorum." diyor işte o anda. Küçük balonumuzun içine yabancı bir cisim almış gibi geriye doğru çekiliyorum.

"Söylemedin." diyorum.

"Dün çağrıldım."

"Söylemedin," diye tekrar ediyorum biraz suçlayıcı bir tonda.

"Bir de buna mı üzülecektin yani? Yapma Gül. İzin verir miyim?"

"Gitmeden önce konuşuruz demiştik," dedim. "Bir...bir ortak bir yol bulacağız diye."

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin