Hayatınızda bazı anlar vardır.
O anlar, size hep bir şeyler söylemek için çırpınır.
Benim gibi biri için bu anlara kulak tıkamak çok zor sayılmazdı. Hayatımın belli bir dönemini her şeye kulak tıkayarak geçirmeye çalışmıştım. Babamın sesini duymak istemediğimde, onun sesi kesilip de kendi sesim devreye girdiğinde. Hayatım bana ne zaman bir şeyler söylemek istese, yok saymak baş etmekten daha etkili bir çözüm gibi gelirdi.
Belki de öyle değildi.
Boran kontrolünü kolay kolay kaybetmezdi. Benden daha olgundu, sorunlarla daha iyi başa çıkıyordu. Ben ne yapacağımı bilmediğimde bile benim yerime düşünebiliyordu. Hem kalbime hem de mantığıma dönüşmek onun için zor değildi. Aramızdaki yaş farkı ve hayat tecrübesi tüm bunlarda çok etkili olan iki unsurdu fakat öyle bir an geliyordu ki Boran yalpalıyordu. O anların çoğunu önümüze ben getiriyordum.
Ve o anlardan birindeydik.
Yüzü bir renk cümbüşünü andırıyordu. Binlerce duygu mimikleri arasına sıkışıp kalmış gibiydi. Bir tanesini yakalamaya çalışmak peşinden öbürünü getiriyordu. Eğer bu doğru bir tabir sayılırsa onu çileden çıkartmıştım.
Ellerini saçlarına yaslayıp derin bir nefes aldı. Güneş batmak üzereydi ve oda karanlığa bürünmüş sayılırdı ama yüzünü hala seçebiliyordum. Sırtı aldığı derin nefeslerden inip kalkıyordu. Üzerindeki ince tişörtün altından görünen bütün kaslar kasılmıştı. Öfke sadece zihninde değil aynı zamanda da bedenindeydi.
Gözlerimin kapısında bekleyen yaşları elimle itmeye çalıştım.
Boran bana baktı.
Bir küfür savurdu.
Evet, gerçekten de o anlardan birindeydik.
"Seni bu halde görmek istemiyorum." dedi Boran hırıltılı bir sesle. "Kendini bu hale getirmenden nefret ediyorum."
Gözleri üzerimdeydi. Bense bakışlarımı önümdeki masaya dikmiş bir halde sakinleştirici nefesler almayı deniyordum. Ben de onu bu halde görmek istemiyordum. Onu bu hale getirdiğim için kendimden nefret ediyordum.
Sessiz kalmamı sevmezdi. Beraber geçirdiğimiz iki buçuk yılda öğrendiğim en önemli şey buydu. İçime attığım ne varsa etrafa dağılmalıydı. Çünkü bu zamana kadar hep hissetmeyi ertelemiştim. Duygularımdan kaçmıştım. Kaçtıklarım beni kovalamıştı. Daha fazla bastırmamalıydım. Öyle diyordu Boran. Belki de bu zamana kadar dediğine uymadığım için yine aynı hale gelmiştik. Yine aynı konu önümüze düşmüş ve gölgesi ikimizi hapsetmişti.
"Yaşadığın hiçbir şeyi hafife almadım, almam da ama artık geçmişi üstümüzden çekmek zorundasın, Gül. Babanın yaptıklarının cezasını bana kesmeyi bırak. O..." Devamını nasıl getirmesi gerektiğini düşünür gibi bekledi ve derin bir nefes aldı. "O bencil herif kendini bile sevmekten acizmiş. Seni sevmemiş. Kimseyi sevmemiş. Yetmezmiş gibi seni kimsenin sevmeyeceğine de inandırmış seni. Kafanda bir yerlerde hala babana kulak asan bir kız çocuğu var. Onun yüzünden bana inanmıyorsun. Onun yüzünden bunun her an bitmesini bekliyormuş gibi yüzüme bakıyorsun." Yüzüme dikkatle baktı, gözlerim beni ele verdi. Boran yüzünü buruşturup yanıma doğru geldi.
Babam beni incitmişti. Belki en hafif tabiri buydu. Babam beni, hayatımı, tüm yaşlarımı ve tüm anılarımı hatta gelecekte sahip olacağım anılarımı bile incitmişti. Şimdi, burada karşımdaki adam neler yaparsa yapsın zihnimde hala konuşan bir ses vardı. Birinin beni sevmesinin dünyada aşılması gereken bir problem olduğunu iddia eden bir ses. O sevginin altını kurcalayan, bir açık arayan bir ses. Her defasında bana yeni sebepler getiriyordu beni sevilmediğime ikna etmek için. Boran her defasında bunlarla baş etmek için bana yatıştırıcı kelimeler fısıldıyordu.