Geç Gün Doğumu.

9.8K 978 319
                                    


Taşı çalınmış bir kaldırım vardı. Toprak alttan yüzünü gösterdi. Yağmur, çalınan taşın yerine toprağı okşadı. Bir tohum, aceleyle koşturan bir çocuğun avcundan düştü. İşte orada bir gül bitiverdi. Çalınmış kaldırım taşının yerinde açan küçük bir gül. Hırsla atılan adımların acımasızlığına denk gelirdi hep o gül. Hoyrat izmaritler tarafından üzerine saçılan yangınları büyütürdü yaprakları arasında. Biraz eksik biraz da kırgındı. Çokça parçalanmış ve olması gereken şeyden kopmuştu.

Zaman hızlı geçiyor. Leyla'nın hazırladığı yer yatağında gözlerim bir açılıyor, bir kapanıyor. Ağrılarım diniyor, acıyan zihnim soluklanıyor. Pencereden içeri dolan akşam güneşi, ilk defa daha farklı bir açıyla vuruyor tenime. Biraz daha sokuluyorum üzerimdeki pikeye. Ardından kenardaki fuları burnuma yaklaştırıyorum. Sanki birisi beni izliyormuş gibi utana sıkıla fuların kokusunu içime çekiyorum. Gülümsemeye utanıyorum ama dudaklarımı ısırmadan edemiyorum. Gözümün önünde beliriveren çehresinin içimde uyandırdığı güneşleri nasıl reddedebilirim? Bu zamana kadar hep karanlıktan şikayet ederdim çünkü ben.

Saat sekize doğru geldiğinde kapım çalınıyor. "Gül?" diye sesleniyor Leyla dışarıdan. "Gel bir şeyler ye, sonra uzanırsın geri."

Olduğum yerden doğrulup hafifçe kıpırdanıyorum. Fuları yastığın altına sıkıştırıp pikeyi üzerimden sıyırıyor, sonra da odadan çıkıyorum. Koridora adım atınca duyuluyor sesi.

"Gel, mutfaktayız!"

Leyla'nın sesine doğru yöneliyorum. Odamın az ilerisindeki mutfağın aralık kapısından içeri giriyorum. Leo, masanın başında oturmuş; önündeki kağıtlara bakıyor. Leyla onun İngilizce kursu veren bir yerde hocalığa başladığını söylemişti daha önce. Söylediğine göre az biraz da İtalyancası olduğu için hemen almışlar onu işe.

"Sana patates kızarttım," diyor Leyla ben masaya otururken. "Bir de ekmek tatlısı yaptım. Yiyince hep yüzün gülerdi." Leyla'yla paylaştığımız anıların çoğunun üzerinde yer alan kara bulutlar, bizim için alışılmış olandı. Fakat mutlu olduğumuz, dudaklarımızın iki yana neşeyle kıvrıldığı zamanları ikimiz de yadırgardık. Belki de bu yüzden ikimizin de zihninin orta yerinde bu anı, bomba misali; patlamaya hazır bir şekilde duruyordu.

Bayatlamış ekmeklerle tatlı yapan abla Leyla ve babası eve gelmiş mi diye pencereden kontrol eden küçük Gül. Annesinin kucağında ağlayan Yusuf bebek. Kocası hala eve gelmedi diye karalar bağlayan anne. Oysa bir erkek çocuk doğurmuştu, nasıl gelmezdi kocası eve? Yusuf'un doğumunda koskoca bir altın takmıştı karısına. Gelmeliydi eve.

Tüm bunlara rağmen o gün güzel bir gündü. Yediğim en güzel tatlıydı, tadı dilimin hemen ucundaydı hala. Sanki biraz daha düşünsem resmini çizebilirdim o tadın.

Anılar zihnimin bir ucundan öbür ucuna taşınırken etrafta Gece'yi göremediğim için soruyorum. "Gece nerede?"

Ben soruyu sorduğum anda Leo'nun dudakları istemsizce kıvrılıyor. "Uyuyor," diyor. "Bugün yoruldu." Bakışlarını saate çevirip dudaklarını ısırıyor. "Leyla," diyor hala aksanı eksilmemiş sesiyle. "Uyanmaz, değil mi?"

Patates kızartmalarını tabaklarımıza koyup ocaktaki pilav tenceresini de masaya taşıyor Leyla. Hafifçe gülüyor. "Uyanmaz," diyor. "Korkma."

Karnımın içinde beni rahatsız eden bir his var. Burada olmak bana yeterince huzur vermemiş, ruhumdaki kötülüğü biriktirmiş bir his var, karnımda. Leyla ve Leo'ya baktıkça sancıdan göğsümü ağrıtan bu his bana diyor ki, Leyla kendisini kurtardı. Bak, mutlu.

GÜL DÖNÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin