XVII - ŞAM ŞEYTANI

26.8K 1.5K 79
                                    







Keyifli okumalar... Bol bol yorumlar...






      Kalbin afakını sarmışsa aşk denen mülevves illet, ne güfte geçer gönle ne de nasihat... Dillendirsen dilin tutulur, sussan sol yanın burulur. Konuşmak hakken sana haksızlık hükmün olur. Kışın o soğuk ayazında yazı yaşarsın, iliğini titreten gözlerin doruklarında kara taparsın... Kaybolup gittiğin cennet seni kucaklarken geride bıraktığın cehennemin aklının ucundan dahi geçmez.

      Yapmam dediğin, kanmam dediğin ne varsa düşersin ağına. Tükürdüğünü bir güzel yalatır hayat sana. İnkâr ede ede kurduğun krallığın tek bir sözle yerle bir olur. Sen o yıkımın altında kalıp can verirken başka bir yerden nefes üfleniverir dudaklarından içeri. Can olur o nefes... Yeniden doğurur seni. Kalbine düşen ömür tohumları anında yeşerir. Ve sen o yeşillikler içindeki kasırgada sürüklenirsin, oradan oraya...

     Daha önce düşündüğün ya da belki de aklının ucundan dahi geçirmediğin bir duyguyla sarmalanırsın. Kaybetmek... İlk defa tutunduğun bir dalın elinden kayıp düşmesini seyretmek... Olanlar olur o vakit. Esir düştüğün gözlerin gerçekliğini sorgulamaya başlarsın. Daha senin olmadan, olamadan, o gözlerin yokluğunu sorgularsın. Kalbinin üzerindeki ağırlık bütün bedenini ele geçirir. Tarifini yapamadığın o duyguların yükleri altında kaldığında göz kırpar hayat.

      Bana da kırpılmıştı o göz. Burak'ın çekiminde, gözlerine dalıp gittiğim vakit... Kalbimin gümbürtüsü balıkçıdaki çok da yüksek olmayan müziği gölgelediğinde büyük bir yol ayırdımına gelmiştim. Ya hiç gitmediğim yolu seçip, sonunu acı bir tecrübeyle sabitlediğim hayatı yaşayacaktım ya da yolumdan vazgeçmeyip, tek düze hayatıma devam edecektim.

      Burak kimdi? Benim için neydi? Ne önemi vardı bu kadar? Gönlümde harlanmış ateşin ne kadar sebebiydi? Daha çok bunlarla ilgileniyordum ben. Seçim yapmak o an için namümkündü. Çünkü her seçim bir yıkımdı ve ben bir yıkımı daha kaldırabilecek güçte değilim, göründüğümün, görünmeye çalıştığımın aksine.

      Daha önce sevmedim, sevilmedim de ben. Belki de sevmesine en çok ihtiyaç duyduğum adam tarafından terk edilmek engel oldu sevmeme. Sevilmekse tamamen bunun sonucuydu.  Çünkü insanlara, insanlığa kendinizi kapattığınız vakit kalbinizde o tarz bir duygu yeşermiyor, karşınızdakilerin kalbinde yeşermesine de mani oluyordu. Enerji meselesi olduğuna inandım hep bu durumun. Sen çevrendekilere nasıl davranırsan öyle muamele görüyordun. Kötü biri değildim kesinlikle. Sadece uzaktım, insanlara karşı mesafeliydim. Ve ilk kez o mesafeyi kapatmış, bir adamın kendi çizdiğim kırmızı çizgilerimin ötesine girmesine izin vermiştim.

      Aslında veriyordum demek daha doğruydu. Bunun en büyük kanıtı zamanın aramızda asılı kaldığı o balıkçıda geçirdiğimiz uzun soluklu bakışma dakikalarıydı. Burak bütün direncimi kırıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Yapamamıştım. O girdap misali baktıkça içine çekildiğim gözlerin etkisinden çıkamamış devam eden dakikalarda da öylece bakışıp durmuştuk. Ta ki benim telefonum çalıp bizi girdiğimiz o sonsuz döngüden çıkarıncaya kadar. Ne önümüzdeki soğumaya yüz tutmuş balıklarımız aklımızdaydı ne de bir motora takılmış gibi dur durak bilmeden akıp giden zaman...

      Sonrasında gelişen olaylarsa tam bir rezaletti çünkü ben hiçbir şey olmamış gibi telefonu bahane edip daha yemeği yiyemeden kalkmak istemiştim. Üstelik annem sadece akşam Hatice teyzelerle birlikte, o an söylediği ama şu an kim olduğunu dahi hatırlayamadığım birilerinin düğününe gideceğinin haberini vermişti. Geç gelirsem, işim uzarsa diye. Bense günlerdir bendeki yerini sorguladığım adamla baş başa rakı balık yapıyordum. İçimdeki bu rahatsız edici duyguyu göz ardı edemeyip saçma bir şekilde ayaklanmıştım balıkçıdan, Burak'ın afallamış ve anlam veremez bakışları altında.

LAHZA  s o n  d e m  (TAMAMLANDI) #wattys2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin