Yaklaştığımda fark ettim ki üçüncü fener diyerlerinden daha ihtişamlydı. Daha parlak ve güzel çünkü bu sefer doğa ile ilgiliydi. Bundan eminim. Sonunda yanına geldim. İyice kristale yaklaştım ve anında kaptım. Hemen koşmaya başladım. Hızlıca olsun, nereye olsun problem değil, değil mi? Koşmaya devam ederken gözüme önemli birşey çarptı. Bu da beklediğim bir şeydi. Sarmaşıklar. Muhtemelen, ben yakalanırsam her tarafımı saracaklar. O yüzden bu sefer hızlı olmalıydım. Sonra biraz yavaşlamaya başladım. Doğal olarak vücudum bu kadar koşmayı kaldıramadı, ben hiç kaldıramadım. Biraz yavaşladım ve arkama bakma fırsatı buldum. Arkama baktığımda yaptığıma pişman oldum. Arkamdaki bütün labirent yeşermiş, her taraf sarmaşıklar ile kaplanmıştı ve bana en yakın olanı beş metre uzaklıktaydı ve hızla geliyordu.Koşmaya devam ettim. Bir süre sonra tükendim. Yapmak istemiyordum ama bir çarem yoktu, kristali kaldırıp gücünü kullanmalıydım. Sonra kaldırdım. Bekledim ama birşey olmadı. Bir kere daha yaptım ama olmadı. Sonra ayağımı birşey tuttu. Ama bakınca fark ettim ki; Bir şey değil, bir insan, bir kız.
Bu sefer beni şaşırttı işte. Onla tanışmaya fırsat bulamadan sarmaşıkların geldiğini başımla ifade ettim. O da ilk başta anlamadı. Ama sonra aklına bir şey geldiğini anladım ve koşmaya başladı. Arkasından hemen bende yetiştim. Biraz daha ilerledikten sonra bir şey fark ettim. Ama bütün bu olaylarda tek bu beni zorladı. Onda da üç kristal vardı. Tıpkı benim gibi. Ama bu nasıl olurdu ki? Bunları düşünemeden sarmaşıklar bize yetişti. Ayaklarımızı, ellerimizi ve her tarafımızı sardılar. Sonrada bir sarmaşık başımıza gelip bize bir diken batırdı. Aslında hiç şaşırmadım. Tabii ki. Zehir. Herhalde bu da halüsinasyon görmemizi sağlayacaktır. Keşke kızı düşünmeden koşmasaydım, bunlar başıma gelmezdi diyemiyorum çünkü yazık onu çok bitkin gördüm. Yardıma ihityacı var gibiydi ama koşmaya başladığında aynı benim durumunda olduğunu anladım. Bize birşey olmadan tanışıp en azından bir kelime etmeyi düşündüm. "Merhaba, ben Aaron." dedim. İlk başta hiç karşılık alamadım ama bir dakika sonra "Merhaba, ben de Cassie." dedi. Sonraki beş dakika içerisinde bu tanışmaları konuştuk. O bana nerden nasıl geldiğini anlattı, bende ona. Onuncu dakikanın sonunda birden bayıldı.
Hareket edemediğimden hiç yardım edemedim. Sadece bağırabilidim. "Cassie! Cassie iyi misin? Cassie uyan lütfen!" dedim ama hiç bir tepki alamadım. Ama deli gibi nefes alıyordu. Çok hızlı ve korkunç. Kabusta desem yalan olur çünkü herhalde halüsinasyon sürecine girecek. Sonra başım ağırmaya başladı. Beynim başımdan çıkacak gibi zorluyordu. Sonra patlamış gibi oldum. Gözüm karardı ve şimdilik dünyaya elveda dedim.
Uyandığımda her yer önceden tahmin ettiğim gibi herşey biraz bulanık, derin görünüyor ve başım çatlıyordu. Ama sarmaşıklar gitmişti. Ellerimde ve ayak bileklerimde iz vardı. Yakın zamanda çıkıp gitmişler herhalde. Biraz sırtımı dayayıp bekledikten sonra tek nefesle Cassie de uyandı. Belli ki o da aynı şeyleri yaşıyordu. Daha sonra ikimizde sessizce bekledik. Aradan biraz zaman geçtikten sonra sessizliği bozup "Sence yola devam etmeli miyiz?" dedim. O da "Tamam, haydi son kristali bulalım." diye cevabımı verdi.
İlk başta yavaş ve sendeleyerek yürüdük ama sonra normal yürüyüşümüze geri döndük. Ağrılar geçti. Ama sonra o da bende fark ettik ki, son olan lacivert fener ortalıkta yoktu. Hiç bir yerden gözükmüyordu. Cassie, "Dağılıp, bakalım." dedi ama hemen ona kaybolabileceğimizi söyledim. Çok şükür ki inatçı birine benzemiyordu.
En az iki saat yürüyüp alana baktıktan sonra bir ipucu bile bulamadık. Sonra biraz daha dinlendip, kestirdikten sonra bir anda bir fener belirdi. Tam Cassie'nin arkasındaki yolaydı. Hemen ona gösterip yanına gittik. Yürüyebildiğimizden beri fark etmemiştim ki halüsinasyon etkisi geçmişti. İyice kristale baktık. Ama yanlış söyledim. Kristal değil. Kristallerdi. İkimizde kristal parçalarını inceleyince ikisini ayrı şekillerdeydi. Kendilerimizde olanlara baktık. Sağdaki bana, soldaki ona uyuyordu. Sonra dikkatlice iki kristali aldım. Anında da koşmaya başladık, tabii;
Arkamızı dönünce şok olduk. Resmen bir tsunami geliyordu. Tsunami! Daha hızlı koşarsak belki arkamıza düşüp bizi sürükleyerek götürürdü. Yoksa bizi bütün duvarlara vurduracak kadar savururdu. Cassie'ye dönüp "Daha hızlı koş!" dedim. Beni dinlemişe benziyordu ki daha hızlı koşmaya başladı. Tsunamiden biraz daha uzaklaştıkça önümüz kararmaya başladı. Birazdan düşecekti ve bize deymeyecekti. İstediğim gibi sadece sürüklenecektik. Çarptı, su götürdü ve sürüklemeye devam etti. Bir saat böyle suyun üzerinde hareketsiz bekledik taa ki suyun gelmesi durana kadar devam ettik. Aslında su biraz daha yükselse duvarların üstüne çıkabilirdim. Duvarların yüksekliği üç metre civarındaydı. Ama biz tahminen şimdiden iki metreyi geçmiştik.
Cassie el ele tutuşmaya çalışıyorduk. Birbirimizi kaybedersek sonuçları kötüye gidebilirdi. Aklıma bir şey geldi. Belki de üçüncü fenerdeyken kristalin çalışmamasının nedeni buydu. İşe yaradı ama ben olağanüstü birşey bekledim. Sadece benim yanıma ışınlanan bir kızdı. Belki de gerçekten ona ihtiyacım vardı. Yanlızlıktan ölecektim. Düşüncelerimden çıkmaya çalışarak; "Cassie kristalleri kullanmalıyız." dedim. O da "Bence kullanmamalıyız ama istiyorsan yap. Sonra ihtiyacımız olabilir." "Tamam, biraz daha bekleyelim. Eğer su durmaz ise kullanırız." Cevap vermedi. Bu ona göre bir tamam işareti ise bana göre değil. Boşver. Su konusunda ise en az yarım saat böyle devam etti. Ama bir saatin sonunda sudan duvarın üstüne tutundum ve kendimi atmaya çalıştım. Bir taraftan Cassie'yi tutarken bir taraftan su beni iterken yukarı çıkmaya çalışıyordum. Zorluydu. Ama sonunda ben bir şey yapmadan kristal cebimdeyken bütün suyu aydınlattı ve sunun hızı artmaya başladı. İlk başta bunun bir yardım olmadığını düşündüm ama sonra geçen saatlerden sonra bir köşeye geliyorduk ve su burada biraz yavaşlıyordu. Ayrıca su da yükseliyordu.
Köşeye geldiğimizde kendimi atıp, Cassie'yi peşimden çekmeye çalıştım. İkimizde yere iyi kapaklandık. Ama en azından sudan kurtulduk. O kadar suyun üzerinde durduktan sonra heryerim buruş buruş oldu ve kollarım ağrıyordu. Kollarımın her tarafı tazyikten şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. Cassie'de de durum çok farklı değildi. Onun bacaklarıda aynı şekildeydi. Kızarmalarının sebebi çıkarken sürtünmemiz olabilir. Bunu düşünmezsek iyiydik. Hiç birşey yok da değildi. Biraz dinlendikten sonra yavaş yavaş yine yürümeye başladık. Sonunda görevi bitirmiştik diye düşündüm ki önümde gördüğüm beni üzdü. Karşımda olan kapı ya da portal değil bir fener daha vardı. Bu sefer sarı renkliydi. "Ne güzel, sarı bir fener! Değil mi Cassie?" "Harika, şimdi ne yapıyoruz?" "Şimdi ne mi yapıyoruz? Oraya gidip bunu da tamamlıyıp buradan kurtuluyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Powerful: Hava
FantasyAaron Hawthorne. O çocukken hep element ve güçler konusunda bilgili ve aşıktı. Büyüdüğünde artık bunun saçma bir şey olduğunu düşünüp kenara attı. Taa ki o yaz gelene kadar. Annesi onu yazlığına götürdü. Sakin bir tatil yaşama hayali iptal oldu. Ve...