Bölüm şarkısı: Sia- Breathe me.
İyi okumalar.
Beni anlatmaya çok fazla söz gerekmezdi. Ben bendim işte. Bencil, şımarık kız. Çalışkan değildim, aptaldım, zayıftım, güçlü değildim. Belirgin hiçbir özelliğim yoktu.
Ya da durun; aslında tam olarak, korkaklığın yüz bulmuş haliydim.
Ben korkağın tekiydim.
Kelimenin tam anlamıyla korkaktım. Yalnızlıktan korkardım. Etrafımdakilerden korkardım. Ölümden korkardım. İnsanları zarar vermekten korkardım.
Sonra kaçardım.
Ben buydum. Belki kişiliksiz.
Kişiliksiz.
Bu kelime farklı yönleri ile ele alınabilirdi. İçinde pek çok anlamı barındırabiliyordu.
Bir şey sizi çok zorlarsa ya direnirdiniz ya da kaçış yolu arardınız. Ben kaçardım. Bu, benim kişiliksiz oluşumdu. Ya da, bilmiyorum.. Belki de benim kişiliğim buydu.
Korkak.
Bu berbat bir şeydi. Sizi savunmasız bırakıyordu. Kurtuluşu yok gibiydi. Ama çözümleri siz kendiniz üretebilirdiniz.
Sisler gibi.
Kulağa garip geliyordu. Ama bu.. bir terapi, bir uyuşturucu gibiydi. Kişiliğimi unutturmuyordu ama hissizleştiriyordu. Bu unutmaktan daha iyi bir seçenekti belki de.
Sislerle çocukluğumda tanışmıştım. O zamanlar küçüktüm. Bir şeylerin bu kadar farkında değildim. Ama şimdi buna minnetardım. Bu, benim korkaklığımın simgesiydi ama aynı zamanda sığınağımdı.
Gözlerimi kapatır ve dış dünyadan soyutlanırdım. Koyu gri sisler her tarafı sarmış olurdu. Bir şey görünmezdi. Sadece koyu gri sis tabakası ve uğultular. Benden başka kimse olmazdı. Temas yoktu. Görmezdim. Hisettmezdim. Ama sesler... onlar hiç kesilmiyordu.
"Cüneyt'le mi?"
Sislerin içinde her şey benim kontrölüm içinde gelişiyordu. Ben yönetiyordum. Ama Fısıltılar bile sisin içindeki uğultudan kulağıma ulaşabiliyordu. Buna bir çözüm bulamamıştım. Bulsaydım her şey daha kolay olabilirdi belki de.
"İnanmıyorum."
İşte yine kaçıyordum. Yapabildiğim en iyi şey. İçinde bulunduğum duruma anlam veremiyordum. Biraz önce ne olmuştu? Beni görmüşler miydi? Bundan sonra ne olacaktı? Cevapsız sorular arda arda diziliyordu ve işte, ben bundan korkup kaçıyordum.
"Orospu."
Çıplak sırtım soğuk duvarla buluşunca titredim. Omuzumda ki hafif ağrı umrumda bile değildi. Her şey allak bullaktı. Kafam karışıktı ve bu karışıklık acıya korkusuzca meydan okuyordu.
Gözlerimi aralayınca bir çift yeşil gözle karşı karşıya kaldım. Yüzü kıpkırmızıyı ve ben bunun nedeninin ne olduğunu çok iyi biliyordum.
"Seni pis kaltak, biraz önce onunla ne yaptın?" Sesindeki tehlikeli ton tüylerimi diken diken etmişti. Ama bu umrumda olamayacak kadar dağılmıştım. Acıyan gözlerimden akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Ben bir şey yapmadım." Sesim fısıltıyı andıracak kadar güçsüz çıkmıştı. "Ben.. yapmadım."
Yanağımda hissetiğim keskin acı ve midemi bulandıran metalik tat algılarımı yerine getirmeye yetmedi bile. Hala allak bullaktım. Eve gitmek ve sonsuza kadar uyumak istiyordum.
"Sen canına mı susadın?" Gözlerimi Evrim'in gözlerine diktim. İfademin nasıl olduğuna dair bir fikrim yoktu ama istediğim tek şey biraz merhametti. Acizliğim yine gözler önündeydi. Ama bunu sorun edemeyecek kadar zavallıydım işte. Niye anlamıyordu ki? Ben bir şey yapmamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutuklu
RomansaO, karanlıktı. O, karanlığın tam anlamıydı. Ve ben, gün geçtikçe, yavaş yavaş o karanlık tarafından emiliyordum. Karşı koyacak ne gücüm vardı, ne de bir halim. Yapabildiğim tek şey çığlık atmaktı ama çığlıklarım boğazımı parçalayacak kadar güçlü, se...