Iki yıl olmuş. Öyle hızlı kovalamışız ki günleri henüz iki ay olmuş gibi. Belki daha azı.
Bir sabah uyanıyorsun ve mevsim yaz. Nasıl ya demene izin verilmeyen bir zaman diliminde iki kış geçiyor ama mevsim hâlâ yaz. Bu tuhaflık elinden tutup koşmaya başladığımda herkesleşecek, ben o günleri bekliyorum. Bekliyordum. Iki yıl bekledim. Gün gün, saat saat, dakika dakika saydım sana kavuşmak için gereken günleri. Hepsi geçti, hep geçerler ya zaten. Hâlâ geçiyor bak. Iki yıl iki dakika oldu, yoksun. Iki yıl iki ay oldu, yoksun. Biz üç yıla koşuyoruz ama sen yine yoksun. Olmayış bu. Olmayış verilen saat ve günde tarif edilen yerde olmaman. Bu olmayış o kadar sıradan ki bu kadar normalini beklemiyordum. Bunları beklemiyordum ki ben seni bekliyordum. Iki kıştan sonra gelen bahar yeşilini, kumsala az kalışlarımızı, otel odalarında buluşmalarımızı... Olmayış bu. Yok oluş değil ama çünkü varız, ordasın. Tam bana verilen tarihte ben sana bakınırken sen ordasın ve çok mutlusun. Bu beni acıdan öldürmüyor belki ama çok düşündürüyor. Yüz çeviriyorum sana ama hep kendime küsüm. Sana dargın gönlüm bana paramparça. Sana tebessüm eden bir yanım bana kan ağlıyor. Her fotoğrafına ne güzelde çıkmışsın derken kendi fotoğraflarımda tek kişi bile olamayışım, olmayış. Sizin bildiğiniz gibi değil işte. Sizinki yapamayış, benimki olmayış. Siz onu atıp yenisini yapabilirsiniz ama ben onu atınca yok bile olamıyorum. Öyle bi olmayış.