Restoranın biraz ilerisindeki gazete bayiinin önünde bekliyordum. Şöyle demişti Min Yoongi,
"Bir saat sonra hazır ol. Seni bir dakika bile beklemeyeceğim."
Impala uzaktan göründüğünde bu gizemli yolculuk konusundaki heyecanım iyice artmıştı. Araba yaklaştıkça üzerindeki lokal boyalar, tamponundaki yamukluklar, gövdesindeki göçükleri görünce içim birden cız etti. Herhalde istediği gibi yaptıracak vakti olmamıştı. Tanıştığımız gün arabaya kahve döktüğüm için deliye dönen Min Yoongi'nin Impala'yı o halde gördüğünde nasıl yıkıldığını ancak hayal edebiliyordum.
Yanaştıktan sonra Min Yoongi arabadan indi, "Selam" dedim. Göz ucuyla bana bakıp kafasını salladı. Elimdeki çantayı alıp bagaja yerleştirdi.
"Birkaç günlük kıyafetten başka bir şey almadım. Alsa mıydım?"
"Gerek yok, yeter." Dedi robotik bir sesle.
"Babam kızdı zaten, iş var nereye gidiyorsun diye... Seninle olduğunu söyleyince tamam dedi."
"İyi." Dedi güneşliği indirirken.
Kayık yakalı beyaz tişörtünün açıkta bıraktığı köprücük kemiklerine vuran güneş ışığı minik gölgeler oluşturuyordu. Bunu çok seviyordum. Keyfi yerinde olmadığında aşağı doğru kıvrılan dudaklarını da öyle... Gözlüğün arkasından gözlerini göremiyordum. Hem merak ediyordum, hem de havayı biraz yumuşatmak isteğiyle sordum;
"Nereye gidiyoruz?"
"Gidince görürsün."
Başka hiçbir şey söylemedi. Belki yirmi dakika, belki de yarım saat hiç konuşmadık. Gözlerini yoldan ayırmadı. Sadece öfkeli bir şekilde vites değiştirip durdu.
Daha sonra bir benzinliğe girdik ve yine bir şey söylemeden arabadan indi. Pompacıyla bir şeyler konuşup markete girdi.
Kendimi kötü hissetmeye başlamıştım artık. Onunlaydım ama beni öylesine görmezden geliyordu ki, yapayalnız hissediyordum.
"Al."
Bana uzattığı su ve çikolatayı çekinerek aldım. Aceleyle çanta hazırlamaya gittiğim için bir şey yiyememiştim ve çok açtım.
"Teşekkür ederim."
"Hı, hı..."
Verdiği bu cap iyice canımı sıktı ve kendimi tutamadım.
"Neden böyle yapıyorsun?"
"Bir şey yapmıyorum." Dedi kontağı çalıştırırken.
"Benimle konuşmuyorsun."
"Konuşuyorum ya işte."
"Bu konuşmak değil..."
Bu sırada kırmızı ışıkta durduk. Min Yoongi deminden beri açmak için cebelleştiğim çikolatayı tek hamleden açtı ve bana geri verdi. Mahcup olmuş bir şekilde sordum,
"Neden kızdın bana?"
"Sana kızmadım."
"Ama bana surat yapıyorsun. Tek bir sözünle nereye gittiğimizi bile bilmeden seninle yola düştüm ama sen bana böyle davranıyorsun. Böyle olacaksa ben gelmek istemiyorum. "
Derin bir nefes verip tek eliyle yüzünü ovuşturdu.
" Sana değil, kendimi getirdiğim hale kızıyorum Jungkook. Kaç haftadır bu kadar şeyin arasında senden başka bir şey düşünemedim. Aklımda yalnızca sen vardın. Neleri göze alıp, onurumu hiçe sayıp sana geldiğimin farkında değilsin, değil mi? Beni gördüğüne sevinmedin bile! "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
10 Temel İlke -Yoonkook-
FanfictionAh, selam. Ben Jungkook. Hikayeme hoş geldiniz! Seul'e ilk geldiğim sene sudan çıkmış bir balık gibiydim. Ve sudan çıkan balıklar hep çırpınır. Bunu en iyi ben bilirim. Bu dediğime insanlar inanmıyor ama size de söyleyeyim. Tüm denizler aynı değil...