Kevgir'de oturmuş tıngır mıngır sallanıyorduk. Ayaklarımızı teknenin yanından sarkıtmış, birer de bira açmıştık.
Jimin beni ziyarete geleli 2 gün olmuştu. Restoranda ne zaman otursak babam Jimin'e sürekli bir şeyler yedirmeye çalışıyordu, ya da benim ilgilenmem gereken bir angarya iş çıkıyordu. Bu yüzden soluğu demirlemiş durumdaki Kevgir'de almıştık. Fıstık yiyip bira içerek günü batırmıştık.
Restoranın suya yansıyan ışıkları ne kadar da hoş görünüyordu. Yemek yiyenlerin uzaktan gelen belli belirsiz konuşmaları ve hafif müzik sesi bana nedense huzur veriyordu. Çünkü küçüklüğümden beri her yaz böyleydi. Hiç değişmemişti.
"Seni tanıdıktan sonra çok düşündüm biliyor musun?" dedi Jimin, ikimiz de gözlerimizi içinde ışıklar oynaşan karanlık suda dinlendirirken. "Seninki gibi doğal bir yetenek bende olsaydı diye yani..."
"Saçmalama Jimin. Yetenekli olmasan yeni mezun halinle bu kadar işi sana kim verirdi ha?"
"Onu demek istemiyorum." dedi kafasını sallayarak. "Benim işlerim de sıradan değil. Ama ben bunların içine doğdum Jungkook. Bunları öğrenmemem mümkün değildi. Bütün okul boyunca cepten yedim. Hala da öyle... Bu konuda hepinizden şanslı olduğumu biliyorum. Senin bu kadar imkanın olsaydı... Aman ne bileyim."
Dudaklarımı bükerek başımı salladım.
"Sonra bir de o malum kişiyi düşün..." dedi.
"Hoseok Hyung mu?"
Jimin'in Hoseok ismini bir türlü ağzına alamamasına üzülsem de, sevimli bir yanı da yok değildi.
"O mesela... Ne kadar çalıştığını tahmin bile edemezsin. Onunla... onunla gurur duyuyorum... Yani... Kulağa garip geliyor belki, ama kastettiğim...hayatında olmuş bir insan olarak."
"Hoseok hyung gerçekten çok başarılı oldu. Bence gurur duymak hakkın. Uzun süre beraberdiniz. Birbirinize eminim çok şey katmışsınızdır. O da senden bir şeyler öğrenmiştir eminim."
Jimin sıcak bir tebessümle bana baktı.
"Gerçekten mi?"
"Elbette Jimin."
Jimin hafifçe dolan gözlerini yıldızlara çevirip bacaklarını esnetti. Hoseok'la aralarındaki şeyin bittiğini yavaş yavaş kabullendiğini görüyordum. Alışacaktı. Önünde çizmesi gereken yeni bir hayat vardı.
"Babanla durumlar nasıl?"
"Birkaç haftada bir görüşüyoruz. İlginç Jungkook. Geçen evlerine gittim. Bir şey itiraf edeyim mi? Adam mutlu. Annemle olduğu zamanlara göre gözlerinin için parlıyor bile diyebilirim. Adam sakin. Sabah işe gidiyor. Akşam geliyor. Oğluyla oynuyor, karısıyla sohbet ediyor falan. İddiasız, basit bir hayat. Ama sanırım, onun ihtiyacı olan da buymuş... Kötü biri değil de... Düz adam sadece."
"Eh, ben de böyle yaşar giderim işte. Olmaz mı?"
Jimin bana hayretle dönüp cümlelerin sonunu uzata uzata atıldı.
"Yok artık Jungkook! Kendini onunla kıyaslama. Senin hayata karşı hep bir merakın var. Gözlerin meraklı bakıyor. "
"O da öyle söylerdi..." dedim iç çekerek.
"Eminim söylemiştir. Çünkü gerçek bu!"
"Neyse ne. Benim için artık Seul de yok, okul da, Min Yoongi'de."
"Yanlış düşünüyorsun Jungkook. Hatta bence bu konuya bakışın bence tamamen yanlış."
"Ne yani, bana Min Yoongi'yi mi savunuyorsun şimdi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
10 Temel İlke -Yoonkook-
FanfictionAh, selam. Ben Jungkook. Hikayeme hoş geldiniz! Seul'e ilk geldiğim sene sudan çıkmış bir balık gibiydim. Ve sudan çıkan balıklar hep çırpınır. Bunu en iyi ben bilirim. Bu dediğime insanlar inanmıyor ama size de söyleyeyim. Tüm denizler aynı değil...