"Jungkook yapma böyle." Dedi Min Yoongi. "Üzerinden zaman geçmiş olabilir, ama bana böyle davranma."
Neyi kastettiğini anlamıştım ama kendime söz geçiremiyordum. Belki de hala o kadar "yetişkin" değildim.
"Canım yanıyor." Dedim sadece. "Sizi görünce, canım yanıyor."
Min Yoongi olduğu yerden kalktı ve masanın önüne geçti. Masaya yaslandı ve kollarını kavuşturdu. Onu en huysuz zamanlarında bile bu kadar soğuk görmemiştim.
"Jungkook, bir senedir Seul'desin ve beni bir kere aramadın. Bana söylemedin bile. Böyle davranmanı anlayamıyorum!"
"Şehirde olduğumu biliyor muydunuz?"
"Elbette biliyordum! Bu dünyanın ne kadar küçük olduğunu bilmiyor musun hala?"
Kalbim daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Kendimi savunmaya geçtim.
"Bakın Seul'e döndüm, ve bunu sizin için değil, kendim içim yaptım! Kendi ayaklarım üzerinde durabilmek için. Kendimi var etmeyi bir kere daha denemek için. "
"Senin adına çok sevindim. İyi yapmışsın Jungkook da, bunun benimle ne ilgisi var?"
O kadar yavaş ve o kadar umursamaz sormuştu ki bu soruyu, ona hak vermeye başlamıştım. Yine de cevap vermem için yüzüme vereceğim hiçbir cevapla onu şaşırtamayacağımdan emin bir ifadeyle bakıyordu.
Min Yoongi şimdi iyice bana yaklaşmıştı. Gözlerini devirdi. "Ne istiyorsun Jungkook-ah?"dedi.
Yanaklarım kızarmış, panikle nefeslerim hızlanmıştı. "Ben... Ben..."
Gözlerini kısarak kendinden emin bana baktı.
"Bir cevabın yok değil mi? Ben de öyle düşünmüştüm."
***
Takip eden birkaç ay boyunca okul ve Bienal arasında koşuşturup durdum. Mezun olmanın stresi yavaş yavaş beni sıkıştırmaya başlamıştı.
Bu süre boyunca Min Yoongi'yi her gördüğümde aklımda sorduğu soru yankılandı. Ne istiyorsun Jungkook-ah? Bu kadar basit ve cevabı sadece bende olan bir sorunun, bu kadar rahatsız edici olması sinir bozucuydu.
Bienalin son günü yediğimiz yemekte, Hoseok Hyung ile derin bir sohbete girmiştik. Verdiğimiz kararlardan ve sonuçlarından konuşuyorduk.
"Merak etmiyor musun hiç? Yani... O akşam yemekte Jimin'in elini tutsaydın. Tekrar başlasaydınız... Nasıl olurdu diye?"
Hyung kaşlarını havaya kaldırdı.
"Bunu düşünmenin bir anlamı yok. Sürekli bunu düşünürse insan çıldırabilir Jungkook... O zaman için benim için doğru olan şey oydu. Ve onunla olmak çok güzeldi. Çok şey öğrendim ve çok mutlu olduğum anlar oldu. Ama bu da bir gün son buldu işte. Hayat bir ihtimaller bütünü ve belki de çok genç olduğun için anlayamıyorsun ama hepsini yaşayacak zaman yok. Çok istesek de zaman durmuyor. İstediklerinin hepsine aynı anda sahip olman mümkün değil..."
Hoseok Hyung konuşurken dikkatim salonun köşesinde birileriyle sohbet eden Min Yoongi ve Tony'yi görmemle dağılmıştı.
Kıskançlık nasıl bir duygu diye sorsanız hiçbir şey derdim birkaç ay öncesine kadar. Bu duyguyu hiç yaşamamıştım. Hiç tatmamıştım. Kanım kaynıyormuş gibi bir his sanki. Önce yüzüm yanıyor sonra yanaklarım kızarıyor.
Elini omzuna attı. Siktir.
Elimdeki kadehi giderek daha sıkı tutuyorum. Dişlerimi sıkıp bakıyorum. Gülümsüyor. Eli beline indi. Kalbim çarpıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
10 Temel İlke -Yoonkook-
FanfictionAh, selam. Ben Jungkook. Hikayeme hoş geldiniz! Seul'e ilk geldiğim sene sudan çıkmış bir balık gibiydim. Ve sudan çıkan balıklar hep çırpınır. Bunu en iyi ben bilirim. Bu dediğime insanlar inanmıyor ama size de söyleyeyim. Tüm denizler aynı değil...