"May?"
Kalbim sertçe tekledi.
Ne söyleyeceğimi bilemeden Doreen'le kaldığımız odanın halı parke döşemesinde gözlerimi dolaştırmaya başladım. Yalnızca saniyeler içerisinde yaşanan şeyler, yavaşlatılmış bir çekimle zihnimin içerisine seriliyordu. Telefonumu elime aldığım ve Calum'un numarasını bulduğum an, Doreen'in saklayamadığı bir heyecanla gözlerimin içine baktığı an, hat seslerinin defalarca kulaklarımda çınladığı an, aramanın Calum tarafından yanıtlanışı ve çağrıyı hiç beklemediğini gizleyemeyen derin sesiyle May dediği an.
Her biri ötekinin üzerine atılarak sarılan küçük iplikçiklere benziyordu. Sonunda bağlandıkları noktanın bir olduğu, minik, birbirinden farklı iplikçikler. Göğsümde dolaşan ve bana kendimi güvende hissettirmeyen de onlardı.
Doreen hâlâ karşımdan bana bakmaya devam ediyordu. Artık yatakta rahatça uzanmıyordu. Pozisyonunu değiştirmişti, şimdi dizlerini yatağına bastırmış, ellerini deli gibi hareket ettirerek dikkatimi döşemenin üzerinde sabitlediğim noktadan uzaklaştırmak için çok ciddi bir çaba sarfediyordu. Ben bana neler olduğunu anlamaya çalışırken Calum'un hâlâ hattın öteki tarafında onunla konuşmam için beklediğini hatırlatmak için uğraşırken, bir yandan da dudaklarını fısıldar gibi kımıldatıp, "Konuşsana!" diyordu.
Doreen'in yaptığı onca hareketle dikkatimi üzerinde toplamayı başarabilmesi mümkün olmadığından başımı kaldırıp arkadaşıma baktım. Hadi! anlamına gelecek şekilde dudaklarını kıpırdattı bu sefer. Acelesini pekiştirmek için ellerini de kullanıyordu.
"Alo?" dediğini duydum Calum'un. Sesi artık o kadar da şaşırmış duyulmuyordu. "Orada mısın?"
Başımı hayali bir şekilde iki yana salladım. Yapamayacaktım. Yapamayacağımı biliyordum. Kahrolası telefonu elime alırken aklımdan ne geçiyordu ki zaten?
Calum, ikinci kez, "May," derken ve hemen arkasından bir şeyler daha söylerken paniğe kapılıp telefonu kapattım. Suratına. Yalnızca adımı -onu da yanlış söylüyordu, ısrarla bunu yapmayı sürdürüyordu ve nedenini bilmiyordum- söylediğini duyabilecek kadar vaktim olmuştu. Ekranı kulağımdan uzaklaştırıp, telefonumu pimi çekilmiş bir el bombasından kurtulmak istercesine yatağıma fırlatırken yalnızca on dört saniye konuştuğumuz sonucunu gördüm.
Üzgünüm, düzeltiyorum. On dört saniye boyunca sadece Calum'un konuştuğu sonucu. Ben tek kelime bile etmemiştim.
Aslında onu aramaya karar vermeden önce söyleyeceğim pek çok şey aklımdaydı. Oldukça basitti. Calum'u arayacak, normal bir insanların yaptığı gibi önce havadan sudan şeylerden bahsedip, sonra da asıl konuya gelecek, yani ödevinde ona yardımcı olmayı kabul ettiğimi söyleyecektim. Bütün bunları oluşturmak için saatlerce düşünmek gibi bir çaba harcamamıştım.
Buna rağmen elde ettiğim sonuç koca bir hüsrandı.
Doreen telefonu Calum'un suratına kapattığımı anladığında gözlerini yatağımdan çevirip bana dikti. "MAEVE!"
"ÇOK KASINTIYDIM!"
"MAEVE, APTAL FALAN MISIN DİYE SORMAK İSTEMİYORUM," dedi Doreen. Bunları kelimenin tam anlamıyla bağırarak söylüyordu. İnce sesi yüksek tonlamasından daha da tizleşmişti ve bu haldeyken duvarlarda çınlıyordu. "AMA BENİ BUNA MECBUR BIRAKIYORSUN! NEDEN SURATINA KAPATTIN?"
"KONUŞAMIYORDUM BİLE!" diye bağırdım.
"SERSEM, O ZAMAN KASINTI OLDUĞUNU NEYE DAYANARAK SÖYLEYEBİLİYORSUN!"
Tanrım. Doreen'den nefret ediyordum.
Aslında onu çok seviyordum. Ciddiyim. Ancak şu anda beni cevabını bilmediğim (!) sorular sorarak köşeye sıkıştırıyordu ve köşeye sıkıştırılmaktan hoşlanmadığım için dolaylı olarak Doreen'e de sinir oluyordum. Ama o, gerçekte cevaplarım olduğunu ve bunları henüz kendime itiraf edemediğimi bildiği için yapıyordu. Ben ortaya çıkartmazken Doreen tam aksini yapmak için uğraşıyordu. Çünkü o iyi bir arkadaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All The Bright Places || hood
FanfictionSayfadaki harfler, boyamayı asla öğrenemeyeceğim bazı renkler.