The Smiths dinleyip, birbirimizle anlamsızca çekiştiğimiz; bunları yapmadığımız zamanlarda da suskunlaşıp katettiğimiz her yeni milde ve birbirini kovalayan her yeni saniyede aramızda bir balon gibi büyüyen sessizlikte oturduğumuz bir araba yolculuğu geçirdik. Kırmızı ışıkta beklediğimiz birkaç seferde telefonunu çıkardı ve sürekli bildirimlerini kontrol etti. Ara sıra birine mesaj attığı da oldu. Mesaj yazdığından neden bu kadar emin olduğumu bilmiyordum fakat parmak uçları ekranın alt kısmında, farklı farklı noktalara birer defa basarken Instagram'da dolaştığını düşünemezdim.
Calum'un sosyal medyada hiçbir hesabı yoktu ayrıca.
Ve neyse ki konumuz bu da değil.
Yağmur ve yıldırım yüklü bulutlar Calum arabasını Manhattan'a doğru sürerken gökyüzünde iyice toplanmıştı. Bu, yüksek katlı binalarla ve insan kalabalığıyla kaynayan şehri normalde olabileceğinden daha gri, kasvetli ve basık görmeme neden oluyordu. Pencereden dışarıyı seyretmediğim zamanlarda ara sıra dikkat çekmeden, göz ucuyla Calum'a bakıyordum. Sanki farklı bir şey yapmasını umuyormuşum gibi. Oysaki sadece bilindik ifadesiyle arabasını kullanıyor, bazen parmak uçları direksiyonda ufak birkaç ritim tutturuyordu. Her zamankinden farksızdı.
Ama itiraf etmem gerekirse, her şey yolundaydı.
Nasıl oluyordu da annem ve babam boşanma evrelerindeyken, ailesini bir arada görmeye en çok ihtiyaç duyduğu zamanda onların parçalanışına şahit olan erkek kardeşim Matty'den uzaktayken, olduğum kişiyle olmak istediğim kişi arasındaki uçurumu bir türlü aşamıyor ve boşlukta sallanıyorken her şeyin yolunda olduğunu hissedebiliyordum bilmiyordum. Zihnimde, düşüncelerimin arasına açılmış kocaman delikler vardı ama yanımdaki fiziksel boşluğu Calum'un doldurduğu anlarda bazı şeylerin daha mantıklı bir hal almaya başladığını fark edebiliyordum.
Böylesine güçlü bir kanıya varmak için henüz çok erken olduğunu düşünebilirsiniz. Başlarda ben de öyle düşünmüştüm. Ama benim için şu anda zamanın kendisi de bir boşluktan ibaretti ve oraya bakıp bir yanıt arama çabasına girmek, bu kanının doğru olabilme ihtimalinden çok daha mantıksızdı.
Ona bakarken olduğum kişiden rahatsız olmuyordum. Tıpkı Michael, Luke, Ashton ve de Doreen'in yanındaki Maeve gibiydim. Kısacası sevdiğim insanların yanındayken olduğum gibi. Bazen sessiz, biraz çekingen, ara sıra da çok konuşkan ve sevgi dolu ama Maeve gibiydim işte. Yanımda Calum'un olduğu zamanlarda bu saydıklarımın arasına sadece, kaynağının nereden geldiğini bilmediğim bir işlerin gidişatını berbat etme korkusu ekleniyordu.
Bir de benim hakkımdaki düşüncelerine -tabii eğer böyle bir şeyler sahiden varsa- karşı duyduğum derin bir merak.
Ancak merakıma yenilip, bunun sözcüklere ufak da olsa bir yansıma yapmalarına izin verirsem işleri berbat edeceğimden neredeyse emindim. Söz konusu Calum ve onunla ilgili şeyler olduğu zaman kendimde daha önce hiç yaşamadığım türde bir denge kaybına uğradığıma şahit oluyordum, bu aynı zamanda da biraz tedirginlik duymama sebebiyet veriyordu. Ve kaynağının nereden geldiğini bilmediğim o korkuyu gidermekte de bana pek yardımcı olmuyordu.
Hayatım boyunca belli bir çizgide yürümüştüm ve bu dümdüz çizginin, bir çift sıcak kahverengi gözler, her zaman rüzgâr yemiş gibi darmadağınık görünen kuzgun karası saçlar, kavruk ve ılık bir ten karşısında dalgalanıp uzayacağı, binbir farklı çizgi gibi karışıp birbirlerine dolanarak bir kedi yumağına dönüşebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.
Fakat son zamanlarda aklımın ucundan geçmeyen çoğu şeyin gözlerimin önünde var olduğunu görüyordum. Tüm bunların arasında kalbimdeki bu çarpıntı hoş bir sarhoşluk yaratıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All The Bright Places || hood
FanfictionSayfadaki harfler, boyamayı asla öğrenemeyeceğim bazı renkler.