"Tanrım. Şu iştahsızlığın beni bile rahatsız ediyor," dedi Doreen, kaşlarını çatıp masaya oturduğumuzdan bu yana çatalımla içindekilere eziyet etmekten başka hiçbir şey yapmadığım tabağımdan bahsederken.
Sağ elimi yumruk yapmış, çenemi de oraya yaslamıştım. Brooklyn'in kuzeyindeki kampüsümüzde soğuk bir Perşembe günüydü ve yağmur sahiden de bardaktan boşanırcasına denilebilecek bir hızla yağıyordu. C bloğun en alt katındaki yemekhanenin boydan boya camla kaplı duvarlarında yağmur damlalarının sesi yankılanıyordu. Bizim gibi sabah dersine yetişmek zorunda olan en az otuz kızın bazıları da kahvaltılarını ederken sohbet ediyor, duvarlarda yankılanan yağmur sesine toplu bir uğultu olarak katılıyorlardı.
Kafamın içinde durmadan büyüyen uğultuyu da hesaba kattığım zaman önümdeki tabağa odaklanmak zordu. Kafamda birbiriyle ilgili veya ilgisiz olması fark etmeksizin yığınla düşünce vardı. Kendime dert olarak edindiğim çoğu şeyin çözümü ise bildiğim, söylemesi en az yapması kadar kolay olan çareleri vardı.
Örneğin, Darien'dan ayrılmak gibi.
Örneğin, Matty'nin yanında olmak gibi.
Örneğin, anne ve babamın boşanma kararlarını artık kabullenmem gerektiği gibi.
Örneğin, mükemmel olmak zorunda olmadığımı kavramak gibi.
Örneğin, şey... Calum.
Onun adını neden kafamdaki bu soyut listeye dahil ettiğimi bilmiyordum. Sadece birkaç gündür kafamı karıştıran, beni kendisini düşündürmeye zorlayan şeyler arasında yer alıyordu ve bundan pek de hoşlandığım söylenemezdi. Belirsiz olan her şey beni korkuturdu ve Calum şu anda hakkındaki her soruya bilmiyorum yanıtını vereceğim kadar belirsiz biriydi benim için.
Doreen masanın üzerinden bana doğru uzanıp, pek de kibar olmayan bir hareketle sol elimi dürttü. Parmaklarımın arasında kavradığım çatalın ucu tabağımın üzerinde kayıp, patatesli omletimin bir kısmının dağılmasına neden olurken başımı kaldırıp Doreen'in meraklı bakışlarıyla göz göze geldim.
"Hey!" diye çemkirdi. Gerçekten bunu yüksek sesle yaptı çünkü yakınımızdaki masalarda oturan birkaç kişinin başını bizim masaya çevirdiklerini hissedebiliyordum ve bu sadece Doreen sesini yükselttiği için olmuştu.
"Doreen," uyarıcı bir tonla fısıldadım, "herkes bize bakıyor ve saat sabahın yedi buçuğu."
"Yani?"
"Yani, kimsenin bağırmanı dinlemek istediğinden emin değilim. En başta da ben."
Doreen'in kendisi de yaratılış olarak sarkastik bir ruha ve fazla... karanlık bir mizah anlayışına sahip olduğu için söylediklerime alınmayacağını biliyordum. Bu yüzden çenemi tekrar yumruk yaptığım sağ elime yaslayıp, çatalımı aldım ve masaya oturduğumuzdan bu yana işkence etmek dışında pek de dokunmadığım tabağımla oynamaya devam ettim. Muhtemelen şu anda pek de sohbet havamda olmadığımın farkındaydı, ona göre kendimi zehirleyen şeylere kafa yormakla meşguldüm. Bir şekilde buna engel olmaya çalışıyordu.
Sıklıkla belli edemiyor olsam da, Doreen hayatımda sahip olduğum için kendimi bana oldukça şanslı hissettiren insanlardan biriydi.
Doreen bana yakından bakmaktan vazgeçip sessizce arkasına yaslandı. Bugün kıvırcık saçlarını açık bırakmıştı ve gözlerinin içlerine mavi bir göz kalemi çekmişti. Kirpikleri normalde de uzun ve belirgindi fakat rimeli bol kullandığından gözleri çok daha çarpıcı görünüyordu. Büyük, kemerli burnu, dolgun dudakları, çene gamzesi ve uzun vücuduyla görmeye alıştığım asi duruşunu gözler önüne seriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All The Bright Places || hood
FanficSayfadaki harfler, boyamayı asla öğrenemeyeceğim bazı renkler.