Darien'ın çift kişilik yatağının sağ tarafındaki komodinde duran ışıklı, dijital saat gecenin birinde hala uyanık olduğumu gözüme sokuyordu. Kırmızı bir ışıkla şekillenen bir rakamı uykudan nasibini alamamış zihnim için çirkin bir gerçek gibiydi. Odanın içerisini kaplayan gece yarısı gölgeleri, caddeden geçen motorlu taşıtların uğultulu sesleri ve sokak lambasının belli belirsiz sarı ışığı; yatmaya geçmeden önce birkaç santimini açık bıraktığımız pencereden sızıyordu. Duvarlardaki gölgelerin bazıları sabitti. Yan apartmanın görünür kısmı gibi. Bazıları da kendiliğinden uzayıp kısalan bir döngünün içerisinde yüzüme çarpıp duvarlardan geçiyordu.
Kirpiklerimi kırpıştırdım. Uyumaya karar vereli bir saat -belki de daha fazla- olmuştu ve bu süreçte huzurla uykuya dalmanın yanından köşesinden bile geçememiştim. Bir yıldır ite kaka birlikteliğimizi sürdürmeye çalıştığım erkek arkadaşımın odasında ilk kez bulunuyormuşçasına sahte bir ilgiye etrafımda dolaşıyordu gözlerim. Komodinin köşesindeki çıkıntının şeklini, birkaç santimi aralanmış pencere boşluğundan içeri sızan esinti sayesinde dalgalanan tül perdenin hareketini, cadde gürültüsünü, duvarlardaki kabarıklıkları, sırtı bana dönük yatan Darien'ın ara sıra homurtulu bir biçimde alıp verdiği solukları uyumaya çalışıp da bir türlü beceremediğim bu süreçte neredeyse ezberlemiştim.
Derin bir iç geçirmemle birlikte havada olan sağ omzum yükselip alçaldı. Bugün okuldaki tüm derslerim çok yoğundu. Aklım binbir parçaya bölünmüş ve bölünen her bir parçanın çarkı kendi çapında dönmeyi sürdürürken asıl işime odaklanmak çok zordu. Aldığım notlar da zihnimin bölünen kısımları gibi parça parça ve ilgisizdi. Onları birleştirmek düşündüğümden de çok zaman ve sabır süreci gerektirmişti.
Sonrasında Darien'la sözleştiğimiz saatte yemeye karar verdiğimiz akşam yemeği için notlarımı temize çekmek adına oturduğum kafeden kalkıp, merkeze indim. Yol uzundu. Muhtemelen Darien'la birlikte geçireceğim dört ya da beş saat de bana haddinden fazla uzun sürmüş gibi hissettirecekti fakat yine de metrodaki kalabalığın içinde onun yanına varabilmek için sürükleniyordum.
Calum'la birlikte.
Birlikte derken kastettiğim şey metroya beraber binip, yan yana oturup ineceğimiz yere kadar birbirimizle sohbet ettiğimiz normal birkaç dakika değildi.
Her iş ve okul çıkış saatinde kalabalık olan, her türlü insanın doluştuğu, ekşimiş turşu gibi sasık bir ter kokusundan geçilmeyen teneke taşıma aracının içinde oturabilecek bir yer bulmuştum. Yorgun bedenim ve zihnim için şanslı bir andı. Kitaplarımla birlikte çantamı kucağıma çekip, yanıma bir lise öğrencisinin oturmasını izledikten sonra kafamı kaldırıp istemsizce karşımda balık istifi gibi sıkış tıkış olmuş insanlara baktım.
Ve Calum'u yaklaşık beş kişi ötemde dururken gördüm.
Sırtını aracın içindeki uzun bir direğe yaslamıştı. Bir yere tutanabilmek için birbirinin üstüne çıkan insanların haricinde hiçbir noktaya tutanmadan dengedeydi. Beni görüp görmediğinden emin değildim. Onun varlığını fark ettiğimde elindeki telefonundan bir şeyler karıştırıyordu. Kulağında kulaklıkları vardı. Diğer eli de dosyasını ve bir kitabını tutuyordu. Çevresinde ayakta kalmış pek çok insan, içerideki kalabalıkla doğru orantılı olarak artan sıcaklık ve meşum koku umurunda değilmiş gibiydi. Saçları rüzgar yemiş gibi dağınıktı, üzerinde de siyah kot ceket, siyah kazak, siyah bir kot pantolon vardı.
Önümde uzanan yeraltı yolunu merkeze inene dek müzik dinleyerek geçirip, kendimi dünyevi şeylerin ağırlığından soyutlayabileceğime sevinirken Calum'u görmek bu sevincimi kursağımda bırakmıştı. Dün akşam Michael'ın evinde yaşananları unutmamıştım. Ne yirmi dakikalık yürüme yolunu öfkeli bir tempoyla on dakikada tamamlayarak yurda vardığımda ne de bugünün tamamı boyunca aklımdan çıkarabilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All The Bright Places || hood
FanfictionSayfadaki harfler, boyamayı asla öğrenemeyeceğim bazı renkler.