Hiç tanışmadığı birini özleyebilir miydi insan? Cevabınız hayır ise daha önce ulaşamayacağınız birilerini sevmemişsiniz demektir. Bunu biliyorum çünkü ben de benim nefes aldığımdan haberi bile olmayan birine aşık oldum. Sonradan anladım ki bu yaptığım en aptalca şeymiş ve hayalinizdeki insan her zaman sizin düşündüğünüz gibi çıkmıyormuş.
Televizyonda Okay Boğacı’yı izlemek yaklaşık iki yıldır en sevdiğim aktiviteydi. Medya öyle garip bir şeydi ki sizi hiç tanımadığınız insanlara aşık edebiliyordu.
Gelelim Okan Boğacı'ya; öyle genç kızların gözdesi falan sayılmazdı. Sarışın ve mavi gözlüydü ama kalabalık bir ortamda hemen göze çarpacak biri değildi. Onu anlattığım çoğu kişi onda ne bulduğumu bile soruyordu ama bu, onu saçma bir şekilde çok sevmeme engel olmuyordu.
18 yaş hormonsal olarak gerçekten berbat bir yaştı ve ben gidip televizyonda bir sabah programında gördüğüm beyin cerrahına -benden yalnızca 10 yaş büyüktü ve süper zeka gibi bir şey sayılırdı çünkü tıp fakültesine 14 yaşında girmişti ve bütün eğitim hayatını yurt dışında tamamlamıştı- aşık olmuştum.
Yine -çoğu zaman yaptığım gibi- televizyondan Okay Boğacı'yı izlerken ağabeyim Mehmet'in -benden 5 yaş büyüktü ve aslında kan bağımız yoktu- kafama vurmasıyla irkildim.
“Bıkmadın şu adamı izlemeye, Aylin!” diye hayıflandı. Koluna vurdum.
“Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor?’ diye sordum belki de yüzüncü defa.
“Sanki seni alacak, aptal!” deyip güldü. Böyle bir şeyin olmayacağını ben de biliyordum ama duymak her zaman iyi gelmiyordu.
“Bunun ben de farkındayım. Senin işe gitmen gerekmiyor mu ya?” diye sordum gitmesini umarak. Salça fabrikasında çalışıyordu ve vardiyasına az bir zaman kalmıştı.
“Gidiyorum şimdi.” dedi deri ceketini üzerine geçirirken. Ayağa kalkıp onu kapıya kadar geçirdim. Kapı eşiğinde bana sarıldı.
“Dün, komşunun dedikleri var ya, siktir et onları.” dedi sırtımı sıvazlarken. “Sen benim kardeşimsin, kim ne derse desin.”
Ondan ayrılıp yüzüne gülerek baktım.“Biliyorum. İnsanların dediklerini takmamayı uzun zaman önce öğrendim. Sen de bir ara denemelisin.”
Başını olumlu anlamda sallayıp gitti ama yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Uzaklaşınca kapıyı kapatıp televizyonun karşısına geçtim.
Annem -adı Azra idi- biyolojik olarak annem değildi. Aslında ben üç yaşındayken beni sokakta bulmuş, ailemi arayıp bulamadıktan sonra beni yanına almış ve kendi çocuğu gibi büyütmüş. Sonradan anlattığına göre, üç yaşındaki benimle konuşmaya çalıştığında neredeyse hiçbir şeye cevap vermemişim; adım hariç.Aylin.
Adım Aylin'di ve önceki hayatıma dair bildiğimiz tek şey buydu. Şikayetçi değildim, gerçi.
Ailemi seviyordum ve çoğu zaman aramızda bir kan bağı olmadığını unutuyordum. Aramızdaki şey daha özeldi; sevgi bağı.
Küçük ailemizde bir baba figürünün eksik olduğu biliyorum. Aslında ağabeyimin de benim de ‘baba' diyebileceğimiz biri olmadı çünkü annem, Mehmet'e hamile kaldığında evli değilmiş ve Mehmet'in babası bunu duyduğunda, annem Azra karnında bir bebekle kalakalmış. Klasik hikaye, ha?
Ağabeyimin beni teselli ettiği konuya gelirsek de...
Dün, çocuklarla top oynarken ölmeyi unutmuş Çiçek Teyze'nin camını yanlışlıkla kırmıştım ve Çiçek Teyze anneme gelip, beni neden daha fazla burada tuttuklarını, gerçek kızı bile olmadığımı yüzümüze vurmuştu. Annem öyle sinirlenmişti ki Çiçek Teyze'ye bir ömür yetecek bir konuşma yapmış, sonra da kovmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayın Karanlık Yüzü
Short StoryHiç tanışmadığı birini özleyebilir miydi insan? Cevabınız hayır ise daha önce ulaşamayacağınız birilerini sevmemişsiniz demektir. Bunu biliyorum çünkü ben de benim nefes aldığımdan haberi bile olmayan birine aşık oldum. Sonradan anladım ki bu yaptığ...