Aradan bir yıl geçmiş ve onu hiç görmemişti kadın. Neden gittiği hakkında en ufak bir fikri olmamıştı hiçbir zaman. Arkadaşlarına sorduğunda şaka olmasını istediği en inanılması güç cevabı almıştı. Belki hayatında ki en buruk acıyı o an yaşamıştı, "öldü" demişlerdi onun için.
Yine de inanmayarak, bekledi sabırla gelmesini, yıllarını alsa da bu bekleyişleri. Sanki; kimsenin bilmediği uzak yerlerde, bir sabah vakti gökyüzünün en güzel yıldızını arıyordu gözleri...
Aklını daima meşgul eden bu söylentileri yine anımsadı ve:İnanmadı, inanamadı. Gidip, yıllardır sakladığı o eşyaları çıkardı. Ağlamamalıydı kadın sıktı kendini, öldüğüne inanmak istemiyordu adamın. Yüreği gibi solmuş fakat hâlâ aşkı gibi kokusu taze, gül buketlerini aldı eline, "sonsuza dek birlikte" yazsını gördü sonra. Okurken, daha da okumaya çalışırken sol bileğine bir damla gözyaşı intiharını gerçekleştirmişti bile...
Atarcasına bıraktı eşyaları birden yere, evden zar zor çıktı. Nefes almak istiyordu, biraz olsun nefes alabilmek. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü kadın. İstanbul sokaklarında kahkaha ile el ele gezdiği her sokağa, elindeki bira şişesiyle şarkılarını mırıldanırken adım attı o gece. Babası o küçükken ölmüş, annesini de üç yıl önce kaybetmişti.
Hayatın kalbine yerleştirdiği tüm zehri onunla atmıştı kadın, annesi öldüğünde sevdiğine sarılıp ağlamıştı, az sayılmayacak kadar desteği vardı.
Ya şimdi diyordu, şimdi kimse yok. "Kalbime zehri doldurdun yine hayat" diye hayıflanışı da bu yüzdendi.Önünü göremeyecek kadar bulanmıştı etraf, yürürken yalpalıyor. Bazen sağa eğilimli, bazen inadına sola sola yürüyordu. Sarhoşluğunun da verdiği sersemlikle, birden bir kaldırım taşına takılıp düştü, kalakaldı öylece. Yatağında uykusuna dalmaya çalışır gibi yanağının değdiği yere dokunarak "bu-ra-la-ra değ-miş-ti a-yak-la-rın" diyebildi hıçkıra hıçkıra ağlayarak.
Böyle ve daha zor zamanlarla geçip gitmişti kadının birkaç yılı. Yine de içindeydi adamın acısı, başkasını sevememişti bu zamana kadar. O acıyı hep taze tuttuğundan. Onun üzerine, o müthişlikle kimseyi sevemezdi, evlense de karşısında ki kişiye haksızlık olurdu bu.
Küçük bir çiçek dükkanı açmıştı en çok buluştukları semtte, ah o Üsküdar sahili...
Zamanını orada öldürüyor, bir de onun kendisine aldığı tüm çiçeklerin; özellikle kırmızı güllerin içinde yaşıyordu. Bir gün dükkandayken genç delikanlının biri içeri girdi "merhaba" dedi kadına, tebessüm ederek, aynı şekilde karşılık verdi kadın.
"Bir buket kırmızı gül hazırlayabilir misiniz? En büyük olanından.." diyince delikanlı, kendi aldığı buketler aklına geldi ve gözlerinin içi, hem sevinçli hem hüzünlü bakışlarla doldu kadının.
"Tabi, yazılmasını istediğiniz notu da şuraya yazarsanız.." diyerek beyaz bir kağıt ve kalem uzattı delikanlının önüne.
Notu yazıp kalemi nazikçe bıraktı genç, gülümseyip iyi günler dileklerini de ileterek çıkmıştı. Ardından notta yazanlara baktı kadın
"Sonsuza dek birlikte" yazıyordu notta.
"Bir sonsuzluk daha" diyerek usulca yerine koydu kağıdı. Kendi hikayeside uzun soluklu bir sonsuzluktan geliyordu nihayetinde. Gülleri hazırlamaya başladı çünkü akşama alınacaktı, kucak dolusu kocaman bir buket yaptı kadın. Özene, bezene narin narin dokunarak hazırladı üstelik tüm buketi.
Dükkanı kapatma saatleriydi tam, bir yandan hazırlanıyor bir yandan da müşteriyi bekliyordu. Bir gözü saate, diğeri ise kapıya neredeyse beşinci bakış devriyesini doldurmuşken:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNA
Non-FictionBaktığını sandığın aynanın, aslında daima ardında duruyorsun. Kendini ne kadar tanıyorsun, biliyorsun? Bunu sordun mu hiç kendine? Senin iç dünyanı sana anlatan, sana ruhunu gösteren tek ayna bu kitap. Bunu iyi değerlendir, bir gün kendini tanıma...