Ertesi gün odasındaki perdelerin gürültüyle çekilmesi ve saatin çok geç olduğu söylemi ile uyandı genç kadın. Çıplak ayaklarını yatağından sarkıtmış, elleriyle gözlerini ovuşturuyorken başında korkunç bir ağrı olduğunu fark etti ve yüzü buruştu.
"Tanrı aşkına kafamda atlar kişniyor sanki!"
Judy o sırada kadına günlük ebisesini uzattı ve cevap verme gereği duymadı. Hatta onu zorla ayağa kaldırıp yatağını topladı ve odada şöyle bir dönüp düzensiz görünen ne varsa toplayıp odadan çıkıp gitti.
Rosalinda yaşlı kadının kendisine kızgın olduğunu biliyordu ve küçük yaşlarda bunu dert etmemeyi öğrenmişti. Kendi isteği ile yaptığı bir harekete sinirlenilmesini hoş karşılamıyordu ve bu düşünce onu ne denli üzüyor da olsa Judy, annesi değildi. Genç kadın üzerinde söz sahibi olacak kimse yoktu. Bu sebepten acele etmeden giyindi ve önlüğünü eline alıp merdivenlerden inmeye başladı.
"Günaydın Robert!" diye seslendiğinde Rosalinda; evden çıkmak üzereydi Robert.
Yaşlı adam eksikleri almak üzere şehre gideceğini söyledi ve genç kadın hemen kendisinin de gelebileceğini söyledi. Ne var ki Robert kadına bakmadan buna gerek olmadığını söyledi ve eski şapkasını başına geçirip evden çıktı.
Kapanan kapının ardında kalan Rosalinda anlık bir şaşkınlık yaşadı ancak hemen kendine geldi ve gözlerini devirip ayağının ucuyla yere vurdu. Hah! Robert ve Judy akılları sıra onu cezalandırıyordu. Öyle olsundu. Hızla kapıyı açıp ahırlara yürümeye koyuldu. Çiftlikte iş yoktu sanki!
Biraz sonra Rosalinda domuzların yem kaplarına yönelmişti ki bu defa da Tom tarafından durduruldu ve bugün pek de yapılacak şey olmadığını öğrendi. Genç kadın iyiden iyiye sinirlenmişti ve öfkesini birinden çıkarma niyetindeydi.
"Demek yapılacak iş yok?" diye sordu Tom'a, ağırlığını tek ayağına verip kollarını önünde birleştiğinde.
"Robert amca bugün tek başıma çalışacağımı söyledi hanımım," dedi sessizce Tom.
Genç kadın bağırmak üzere açtığı ağzını zor da olsa kapadı ve "Tamam," deyip eve yürümeye koyuldu. Geride bıraktığı genç çocuğun kendisinden şaşkın olduğunu biliyordu fakat kasti olarak bağırmamıştı. Bir kere Tom'un yalnızca emirlere uyduğunu biliyordu. Evet, evin hanımı Rosalinda'ydı ancak kahya olan Robert günlük iş planlamasını yapıyordu ve kadının buna karışacağı yoktu. Öyle ya da böyle adam kendisinden tecrübeliydi.
On üçünde çiftliğe geldiğinde babasından öğrendiği doğa kanunları ve matematik bilgisi sayesinde çalışmasına izin verilmişti. Anne ve babasını yeni kaybetmiş ve tamamen savunmasız kalmış olmasından ötürü, bir süre Robert ve Judy çocuğun her istediğini yapmasına izin vermişti. Geçen yılların ardından ise Judy, Rosalinda'ya İngiliz görgü kurallarını aşılamaya çalışmıştı ve o zaman karşılarındaki çocuğun duvarı ile karşılaşmışlardı. Rosalinda'nın asla bir İngiliz gibi davranmayacağı yeminini işitmişti yaşlı çift ve bunun çocuksu bir inat olmadığını kabul etmişlerdi. Buna tezat olarak ise genç kadına sürekli yarı yarıya İngiliz olduğunu hatırlatmaya devam etmişlerdi. Evet, silah kullanmasına izin veriliyordu ama herhangi bir misafir geldiğinde elbise giyinmesi konusunda ısrarcı olmuşlardı ya da şehre alışverişe çıkıldığında pazarlık yapmaması üzerine anlaşmalar yapmaya çalışmışlardı. Hele küfürbaz ağzı yok muydu, o en kötüsüydü. Şükürler olsun eskisi kadar küfür etmiyordu...
Rosalinda kendisine dayatılan tüm kurallardan kaçmanın yolunu bulmuştu. Aslında buna annesi vesile olmuştu, neler olacağını bilmeden; Rosalinda ve annesi, babasının evde olmadığı zamanlarda sürekli oyun oynayarak vakit geçiriyordu ve en sevdikleri oyun, hayali biri gibi davranmaktı. Her ikisi de o gün nasıl hissettiklerine bağlı olarak kulaktan kulağa dolanan masallar veya efsanelerden biri olduklarını düşünüp o günlerini biçtikleri karakterler gibi davranarak geçiriyordu ve günün sonunda babası eve geldiğinde tahminler yürütüyordu.
Çocukluğundan bu harika günleri anımsamak genç kadını tahmin ettiğinden çok etkiledi ve gözleri yanmaya başladı. Doğruyu söylemek gerekirse eski günleri zihninde anmak onda hep aynı hissi uyandırıyordu. Yüreği sızlıyordu. Tanrı'ya hala kızgındı. Ölümün kaçınılmaz son olduğunu biliyordu ama anne ve babası henüz gençti. Canını alacak başka insan kalmamış mıydı? Hem onlar kötü değildi ki... Gerçi hangi çocuk anne ve babasını kötü görebilirdi? Belki Judy'nin dediği kadar basitti, Tanrı onları dünyadan kurtarmak istemişti. Bunu düşündüğünde ise sızısı iki katına çıkıyordu. Madem anne ve babasını yanına almak istemişti o halde kendisi neden burada kalmıştı? Tanrı onu istemiyor muydu? Belki de yanıt evetti.
"Bebek olmayı bırak bakalım," diye fısıldadı kendine genç kadın ve tek hareketiyle yanağındaki sıcak damlayı sildi. Düşüncelerine iyice gömülmeden önce yalnız kalması gerekiyordu. Bu sebepten ki dedesinin çalışma odası olarak kullandığı kütüphaneye gitmeye karar vermişti. Rosalinda fazla kitap okuyan biri değildi fakat kitaplarla dolu bu odaya gelmek onu rahatlatıyordu daima. Pencerenin önündeki koltuğa otururken ayakkabılarını çıkardı ve bacaklarını kendine çekip dışarıyı izlemeye koyuldu.
Dedesine ait olan bu ev ve çiftlikten başında nefret etmişti ve buna tezat şekilde şimdiye bakınca, başka bir yerde yaşamıyor olduğuna şükrediyordu. Yani anne tarafındaki İngiliz kanı düşünülecek olursa Londra'da falan da bir akrabası çıkabilirdi ve Tanrı korusun dikiş nakışla uğraşan hayata dair en ufak bir fikri olmayan kuzenleri çıkabilirdi. Babası bir yetim olarak büyüdüğünden zaten tek akrabası yoktu veya birileri var olsa dahi kim bilir neredeydiler. Diğer yandan annesi bu çiftlikte dedesi tarafından büyütülmüştü ve talihe bakın ki onların da başka akrabası yoktu. Genç kadının anladığı kadarıyla dedesinin kardeşleri yıllar önce patlak veren korkunç bir salgın sonucu hayatlarını kaybetmişlerdi. Bay Lasseter yani dedesi de kalbindeki ağrı şikayeti sonucu ölmüştü ve vasiyetinde tüm mal varlığını açıkça hiç görmediği torununa bırakmıştı. Rosalinda bunu etkileyici bulmuyordu. Adamın zaten başka seçeneği yoktu. Sonuçta ortada herhangi bir sevgi kırıntısı olsa annesiyle barışmak için bir adım atabilirdi.
Rosalinda çocukluk günlerinden birkaçında annesini ağlarken görmüştü. Şimdi hissettikleri düşünülürse, belli ki annesi de kendi ailesini özlüyordu. Aksi takdirde neye ağlıyor olduğunu ondan saklamaya çalışmazdı çünkü Kendrick ailesi ne olursa olsun sır saklamazdı. Bu kuralı babası koymuştu. Sevgili babasını anımsamak genç kadını sevgi dolu bir sarsıntıya sürüklüyordu. Keşke son günlerinde anne ve babası kavga eden iki kişiye dönüşmemiş olsaydı... Tam olarak ne üzerine tartıştıklarını anlamasa bile içten içe konunun İngiltere'ye dönmek hakkında olduğunu biliyordu. Ne var ki babası bunu hiç istemiyordu. Hatta-
"Söyle bakalım bugün ne için yas tutuyorsun?"
"Hay lanet olası!" diye bağırırken yerinde çoktan sıçramış olan Rosalinda ayağa kalkmak için doğruldu ve ne olduğunu anlama fırsatı yakalayamadan düşüverdi.
"Yerin rahat sanıyorum," derken alaycı tonu hakimdi yabancının.
Rosalinda sadece sinirliydi. Sımsıkı kapattığı gözlerini açıp da karşısında sırıtan bu cüsseli adamı görmek ise sinirini ikiye katlamıştı. Bundan ki kollarını önünde bağlayıp kalkmak yerine sırtını koltuğa yasladı ve "Evet," dedi.
Adam, genç kadını şaşırtmaya yemin etmişti. Ellerini ceplerinden çıkardı ve omuz silkip yarasını zorlamamaya çalışarak eski halının üstüne oturdu. Uzun bacaklarını gelişigüzel uzatıp dirseklerinden destek alarak yarı pozisyonda uzandığında oldukça rahat görünüyordu. Yüzüne sinir bozucu biçimde oturmuş ve itiraf etmek gerekirse yakışan gülüşü yerleştirdiğinde kadına baktı ve başını hafifçe yana yatırıp "Haklıymışsın!" dedi yüksek sesle.
"Bilerek mi yapıyorsun?"
"Neyi?" diye sorduğunda yabancı; genç kadını baştan ayağa süzmekle meşgul görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Işığı Çiçeği
Historical Fiction"Temmuz 1813. Bugün minik keçim doğum yaptı ve domuzlardan biri kaçmaya kalktı neyse ki onu yakaladık. Judy, gözlerinin belki de eskisi kadar iyi görmüyor olduğunu kabul edecek gibi oldu çünkü dört ay önceki gazete haberi yüzünden ahırda yangın oldu...