İKİNCİ BÖLÜM │XXI

160 7 1
                                    


XXI


Günün geri kalan kısmı anıların alacalı sisleri içinde, vücutları ve ruhları pençesine alan aşırı bir yorgunluk içinde geçti. Ufak tefek subay, gri bir leke gibi, ananın gözlerinin önünde zıplayıp duruyordu. Sonra, Pavel'in yağız yüzü, Andrey'in gülümseyen gözleri, hareketli, kapkara bir kasırganın içinde parlıyordu.

Ana yerinde duramıyor, bir pencerenin önüne oturup sokağa bakıyor, bir kalkıp odanın içinde gezinmeye başlıyordu. Kaşlarını oynatarak etrafına bakınıyor, ne olduğunu kendisinin de bilmediği bir şeyler araştırıp duruyordu. Su içme ihtiyacı duyuyor, ama ne kadar içse bu ihtiyacını gideremiyor, aşağılanma ve üzüntülerin göğsünde yarattığı yangını bir türlü söndüremiyordu. Günü adeta iki parça halinde yaşamıştı. İlk bölümün bir anlamı ve özü vardı, oysa ikincisi hüzün verici bir boşluk içinde geçmekteydi. Kendi kendine sorduğu şaşkınlık dolu soruya yanıt bulamıyordu bir türlü:

"Ne olacak şimdi?"

Bir süre sonra Marya Korsanova çıkageldi. Heyecan içinde ellerini kollarını sallayarak ağlayıp bağırıyor, tepiniyor, birileri için tehditler savuruyor, birtakım şeyler öneriyor, vaatlerde bulunuyordu. Bu yaptıklarının hiçbiri, anada en ufak bir etki yaratmıyordu.

Kadının yaygarası sürekli kulaklarına doluyordu.

"Halkı karşılarına aldılar işte! Bütün fabrika ayaklanmış!"

Ana başını sallayarak, usulca, "Evet, elbette," dedi, ama aslında gözlerini Pavel ve Andrey'le birlikte kendisinden koparılan bir şeylere dikmiş, yüreği yanıyor, ağzı kuruyor, elleri, hatta bütün vücudu titriyor, ağlamak istiyor, onu da beceremiyordu.

Akşam jandarmalar geldi. Bu, anayı ne şaşırttı, ne de korkuttu. Şamatayla ve büyük bir memnuniyet içinde içeri daldılar. Sarı suratlı subay alaycı bir sırıtmayla sordu:

"Görmeyeli nasılsınız bakalım? Bu üçüncü karşılaşmamız, değil mi?"

Ana hiçbir şey söylemeden kurumuş dudaklarını yalayarak duruyordu. Bu bilmiş bilmiş konuşan subayın gevezelik etmekten pek zevk aldığını hissediyor, adamın söyledikleri ise bir kulağından girip öbüründen çıkıyor ve onu hiç etkilemiyordu. Ama adam, "Oğluna, Tanrı'ya ve Çar'a saygılı olmayı öğretmediysen, bu senin suçun," deyince yanıt verme isteği duydu ve subayın yüzüne bakmadan şunları söyledi:

"Bizi yargılayacak olan çocuklarımızdır. Haklı olarak, kendilerini bu yolda yüzüstü bıraktığımız için bizi mahkûm edecekler!"

Subay, "Neler söylüyorsun sen, anlamıyorum, sesini yükselt de konuş!" diye bağırdı.

Ana tekrarladı:

"Bizim yargıcımız çocuklarımızdır! diyorum."

Subay öfkeyle çabuk çabuk bir şeyler söyledi, ama ana yine hiç etkilenmedi.

Görgü tanığı olarak getirilen Marya Korsanova, hiç yüzüne bakmadan ananın yanında duruyor, subay kendisine bir soru sorduğunda da hemen yerlere kadar eğilerek adamı selamlıyor ve çabucak yanıtlıyordu.

"Bilmiyorum, sayın efendimiz, ben cahil bir satıcıyım, cahilliğim yüzünden hiçbir şey bilmiyorum..."

Subay bıyıkları titreyerek, "Yeter, sus!" diye azarladı kadını.

Marya başını yere eğerek, adama fark ettirmeden, yüzünü gözünü oynatarak onun taklidini yapıyor, anaya fısıldıyordu:

"Avucunu yalasın!"

AnaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin