Günler, geceler hep aynı... Ah bir an önce bitse! Ne bir an önce bitse? Ölüm, karanlık. Yok, yok. Her şey ölümden daha iyidi.
Tolstoy
"gerçekten buna devam mı etmek istiyorsun ?" Babamın sesiyle ona döndüm, tüm gün başında oturup kitap okuyarak geçiridiğim şöminenin başından. telefonla hararetli bir şekilde konuşuyordu. beni fark etmemişti. zaten kim beni fark ediyordu ki ?
vardım ama yok gibiydim. sadece şu dünyada yer kaplıyordu bedenim. "kız seni neden bu kadar ilgilendiriyor ?" hangi kız ? ne kızından bahsediyordu ? babam , üvey babam aslında. sessizce onu dinlemeye devam ettim. "tamam kes sesini yarın geleceğim konuşuruz bunu" arkasını döndüğünde beni fark etti. yüzünde korkuyla karışık şaşkınlık vardı. sanki bir şeyler için endişeleniyor gibiydi. "kızım sen burda mıydın, fark etmemişim"şaşırmadım.
"evet ben de odama çıkıyordum aslında" oturduğum sıcak yerden kalkıp merdivenlere doğru yöneldim. "kızım biraz oturur musun seninle konuşmak istediğim bir şey var"
bir an olduğum yerde donup kaldım. babam benimle çok az konuşurdu. herkes benimle çok az konuşurdu.-yemeklerimi hazırlayan jane dışında- kendimi bildim bileli bu devasa malikaneden adımımı atmamıştım. hiç yaşıtlarımla tanışmamıştım. sadece öğretmenlerim gelip gidiyordu. onlarla da zaten ders dışında hiçbir şey konuşmazdık. Babam ise sürekli bir yerlerdeydi. bir hafta yurt dışına gider. bir hafta benimle kalırdı. bu süre zarfında bile çok konuşmazdık sadece beraber yemek yer, film izlerdik. bu yüzden fazlasıyla şaşırmıştım. başımı sallayıp karşısındaki koltuğa oturdum. ne diyeceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"seni yalnız bıraktığım farkındayım kızım ama benim için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun değil mi ?" defalarca duyduğum kelimelere o kadar çok inanmak istiyordum ki. ezberlediğim çin motifli halı desenlerinden gözlerimi ayırıp, babamın derin mavi gözlerinde inanmamı sağlayacak bir duygu kırıntısı aradım, yoktu. sanki yapılması gereken konuşmayı bir an önce yapıp gitmek istiyor gibiydi. ne diyecektim ki, bilmiyorum mu? inanmıyorum mu? cesaretim var mıydı buna?
"biliyorum" cevabim karsisinda dudaklari yukari dogru kivrildi. "telefonla konuşmamı duydun. işleri toparlayamıyorlar sürekli gitmek yerine yaklaşık bir ay kadar İngiltere'ye gidip oradaki işleri halletmem lazım. sonra söz hep beraber olacağız." David orwell ve onun her şeyden öte tuttuğu şirketi. bu evde yalnız olmak canımı çok sıkıyordu, ne kadar istemesem de söyleyemiyordum. sanki onaylamaktan başka şansım yokmuş gibi hissediyordum. üvey olmamın da bunda etkisi vardı. zaten bana bakıyordu. benimle ilgilenebiceği kadar ilgileniyor. ona daha fazla yük olmamak için her şeyi kabul ediyordum. "sorun değil. sonra hep burada olacaksan" beni sıcak kollarının arasına alıp kafama kocaman bir öpücük kondurdu. "ben senin hep yanında olacağım"
babam çalan telefonuyla özür dileyip odadan çıktı. birkaç saniye sadece babamın dediklerini düşündüm ve o tuhaf telefon konuşmasını. peşinden gidip telefon konuşmasını dinlemeli miydim ? aklıma gelen düşünceyle bahçeye açılan kapıya yaklaştım. çok az duyabiliyordum. yine de anlayabiliyordum.
"biliyorsun. bizden başka kimi var ? ayrıca yanımızda tutmak bize kâr sağlayacak" güldü. "zor değil. ikna etmesi kolay biri" konuşmadan hiçbir şey anlamamıştım. tek bildiğim işle alakasının olmadığıydı.
babam duyamayacağım kadar uzaklaşınca ben de düşünmek için ön bahçeye çıktım. soğuk hava tenime işliyordu. üzerime bir şey almamıştım. üşümek bana çok iyi geliyordu. nefes aldığımı, varlığımı hatırlatıyordu. gözlerimi kapatmış sessizliği dinlerken duyduğum sesle irkildim. arka bahçeden geliyordu. yavaş adımlarla duyduğum sese doğru yöneldim. konuşmalar geliyordu. duvarın kenarına gelince durdum. ilk önce kontrol etmem gerekiyordu. kendimi filmlerdeki gizli ajanlar gibi hissediyordum.
gördüklerim karşısında bir kez daha şok oldum. babamın korumalarından biri yerde yatıyordu. o ölmüş müydü ? olamazdı değil mi ? iki koruma ve babam adamın başında hararetli bir şeyler konuşuyorlardı. babam yerde yatan adamı gösterip bir şeyler söyledi ve dışarıya doğru uzaklaştı. daha sonra koruma arkasından silahını çıkartıp bir saniye bile düşünmeden yerde hareketsizce yatan adama doğrultup tetiği çekti.
bağırmamak için ağzımı kapatmam gerekmişti. korumalar adamı sürükleyerek götürmüşlerdi.
koşarak odama çıktım ve kapıyı ardımdan kilitledim. Babam bir katil miydi ? düşünceler de boğuluyordum. odada turlar atıp bir yandan ağrıyan şakaklarımı ovuyordum.
Kesinlikle bir şeyler yapmalıydım. polisi arayabilir miydim ? bir telefonum bile yoktu. yarın sabah jane'den telefon isteyip arayabilirdim. ya da buradan kaçabilir miydim, polise giderdim ?bu ihtimal imkansız gibi görünüyordu. büyük duvarlar ve onlarca koruma evin etrafındaydı, ayrıca kameralar.. evet evet kameralar cinayeti çekmiş olmalılardı ama kayıtlara ulaşamazdım. birden çalan kapıyla yerimden sıçradım. babam sesleniyordu. ya da babam dediğim kimin nesi olduğunu bilmediğim üvey babam ?
"Elisa, canım kapı neden kilitli " sesim titrememeliydi. "duşa girecektim şimdi"
"Tamam canım, ben aşağıdayım" uzaklaştığından emin olduğumda kendimi yatağa attım. bugun bir şeyler yapmalıydım. bir şeyler düşünmeliydim. düşün elisa, düşün. kafanı çalıştır.
duşa girip babamın yanına inmeliydim onu şüphelendirmek istemiyordum. bir çıkış yolu bulacağımdan emindim. Sanırım bulabilirdim..
Merhabalar :)
Hikayeye daha yeni başladım. Gerçekten severek yazıyorum, umarım siz de seversiniz. Yorumlarınızı, beğenilerinizi eksik etmeyin.
İyi ki geldin buraya, iyi okumalar🐞
Görselde David ve Elisa var.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cesaret
Narrativa generaleHer zaman tebessümle bakan gözlerinde bu sefer farklı bir duygu vardı. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Birden sesini yükseltti. "Bana bak!" Bakamazdım. yapamazdım. bakarsam o da benimle birlikte yanacaktı. elini sanki kırılacak bir eşyaya dokunuyorm...