Sonun Başlangıcı

192 15 19
                                    


YN: Merhabalar. Umarım büyük uğraşlar sonucu yazıp, yıllar sonra kalemi tekrar elime alıp düzenlediğim bu bölümü, zevk alarak okursunuz. Aklınıza yatmayan veyahut da okurken sıkıldığınız kısımlar muhakkak olacaktır. Bunu biliyorum, kaldı ki çoğu zaman yeni bir kitaba başladığımda, aynı şeyleri ben de yaşıyorum. Ama sizden ricam, lütfen bu öyküyü okumayı bırakmayın. Olayları elimden geldiğince, yoğun ve ağır bir şekilde ele almaya çalışacağım. Ama bu sizi yanıltmasın, önümüzde bol aksiyonlu, bol maceralı bölümler de olacak. Şimdiden, bana vereceğiniz oylar, görüntülenmeler ve yorumlar için teşekkür ediyorum. Sağlıkla kalın. :)



Maçka/İstanbul

Güneş bedenimi kavururken tam da sonun başlangıcına vardığımızı anlamıştım. Yaklaşmasını asla istemediğim ve ondan kaçamadığım ilk şeydi fakat son değildi.

Gözlerimi araladığımda tam da karşımda, minik kıpırtılarımdan habersiz uyuyan Mehmet Emir Bey bana korkutucu bir şekilde benziyordu. Ya da ben ona benziyordum. Bugüne kadar genetiğim bana öyle bir oyun oynamıştı ki, Salma ile olan benzerliğimiz beni damarlarımda gezen DNA'mdan bile bir haber bırakmıştı, bir an dahi şüpheye düşmemiştim. Çünkü ona her yönüyle benzediğim bir "annem" vardı..

Kızıl güzel uyanmaya daha yakınken Mehmet Emir Bey güne ve gün ışığına ondan daha önce kavuşmuştu. Uyanır uyanmaz husursuz bir şekilde etrafı tarayan gözleri çehremle buluştuğunda rahatlamıştı. Memnun olmuş bir şekilde dudaklarını araladı ve "Günaydın." dedi.
Sözcüklerle zaman öldürmek istemeyen dudaklarım, sırasını mimiklerime devretmişti. Onaylar bir şekilde başımı öne eğmişken, kızıl güzel nihayet uyanmıştı. Güneşin tatlı sıcaklığı tüm yüzünde dolaşırken eşsiz güzelliğini de ortaya çıkarıyordu aynı zamanda. Mehmet Emir Bey'in yüzündeki kırışıklıkların çok az bir kısmını taşıyor olsa da yüz hatları tüm cesaretiyle yıllara meydan okuyordu. Gözleri aralıyken tatlı tatlı geriniyordu. Samimiyetini ve sevgisini esirgemeden coşkulu bir şekilde "Günaydın." dedi o da. Aynı anda yükselmiş olan seslerimiz, Mehmet Emir Bey'e umut aşılıyordu. Bana her an daha da yakınlaştığını, geçen her saniyede aramızdaki uçurumları kapattığını hissettiriyor olmalıydı ona. Kısa bir süreliğine de olsa bakışmış olmamız "babalığının" gururunu tattırıyordu. Gözlerimi gözlerinden ayırırken şoföre seslendi ve ne kadar yolumuz kaldığını sordu. Şoför "Suadiye'deyiz efendim." dediğinde Mehmet Emir Bey bakışlarıyla bir şeyler anlatmak istiyor gibiydi. Bu o kadar güçlü bir etkileşimdi ki, akımın beni ve ruhumu içerisinde hapsetmek istediğini ve zihnimi oyaladığını düşündüm. Düşüncelerim her zamanki gibi zihnime hükmederken Fulya Abla araya girdi:
-Az kalmış tatlım, umarım çok sıkmamışızdır seni sessizliğimizle.

-Rica ederim, çok güzel bir yolculuktu, dedim. Yüz kaslarım o kadar gergin ve dalga geçmeye o kadar hazırdı ki tiksintimi daha fazla saklayamadım.
Fulya Abla hem naif, hem kibar, hem de matrak biri olmalıydı ki keyifli bir kahkahayla "Maçka'ya hiç gelmiş miydin daha önce, daha doğrusu İstanbul'a geldin mi?" diye sordu.

-Aslında geçtiğimiz yaz İstanbul'a gelmeyi düşünüyorduk.
Sözlerimi tamamlayamadan Mehmet Emir Bey ve sabırsızlığı araya girmişti. Meraklı bir edayla  ve tüm hızıyla lafa atıldı:
-Ah, gerçekten mi? Gelmeyi düşünüyorduk dedin, geldiniz mi peki?
Bakışlarımı tüm cesaretiyle ön plana çıkartırken sözlerime kaldığım yerden devam ettim.
-Maalesef, büyükannem rahatsızlandığı için Fas'a gitmek zorunda kaldık.
Ruhumun deli cesaretinden güç alan dilim, acısını akıtabileceği her türlü kelimeye onay veriyordu. Bu sefer de dudaklarım "büyükanne" kelimesini sarf etmişti. Aramızdaki atmosferi sis bulutları kaplarken kızıl güzel bu gerginliğe bir son vermek istiyordu:
-Fas mı? Daha önce Fas'ta mı yaşıyordunuz tatlım?

bi' adın kalmalı geriye Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin