Yıldızlı Gece

77 13 9
                                    


Çok yakındım artık.
Sevgilime, hafızamın en derin köşesini süsleyen, hatıralarıma varlığıyla ölümsüzlük katan; Hadrian'a, Antinous'un sonsuz sevgisini ve gençliğini armağan ettiği Hadrian'a, Gökalp'e çok yakındım.
Onun kalbine, hiçbir zaman karanlığın esiri olmadığını bildiğim kalbine, güzel gözlerine ve sanki asırlardır öpmeyi, dudaklarımdaki aşkın tadıyla kavuşturmayı dilediğim, minik benine çok yakındım.
Hiç ayrılmamış gibiydik, beni bu koca salonda, arkasında tüm hislerimle dolup taşarken bıraktığında bile, ona damarlarında akan kandan daha yakındım.
Kollarının arasında, yüreğimi aşkıyla titrettiği kolları arasında, günlerdir aydınlık görmeyi beklediğim göklerdeki yıldızlar, üzerimize yağmıştı.
Öyle bir yağmıştı ki, tüm arzularım, tüm dileklerim, tüm dualarım birkaç adım ve şarkı sözüyle tamamlanmıştı.

Sevgilim, Hadrian, bana çok yakındı. Hiç olmadığı kadar. Hatta bedenime bile hiç olmadığı kadar yakındı. Çünkü ilk kez, yıllardır ilk kez, bir adamın göğüsüne yaslanmışken, tek bir bedenden öte tek bir ruh olduğumu hissetmiştim.
Şimdiyse, içimdeki her ne ise,tüm güzel ve aşk dolu hislerin sahibi olduğu bedenin ve ruhun kalan yarısını arıyor, her kavşağın sonunda onu görmeyi arzuluyordu en büyük tutkusuyla.

O büyük, ve hayallerle dolu olan salondan ayrılırken bile sevgilimin son dedikleri, benimleydi.
Gözlerimdeki ateş, İstanbul'un en güzel köşesini bile yakmaya hazırdı.

'Nika!' sesleriyle inleyen ve sarsılan Hipodrom, ezeli ve ebedi olan iki dostla yalnız kalmıştı bu gece.
Yorgun ama güçlü Ayasofya, tüm çıplaklığıyla, yıldızlı gecede doğrularından süzülen Dikilitaş'a gülümsüyordu her zamanki gibi.
Bu ikisi, sanki milyonların bildiği ama utançla gizlediği, cesur aşıkları, iktidarın ve emellerin kurbanı olmuş iki masum sevgiliyi ilk günkü ve son günkü gibi koruyordu.

Justinianus ve hırslı Theodora.
Aşkla raks eden Theodora...
Aşık Thedora...
Jüstinyen'in tek aşkı, biricik sevgilisi Theodora...
Uğruna, kanunları ezip geçtiği, durdurulamaz Jüstinyen'in imparatoriçesi Theodora...
Korku ve dehşete kapılıp krallıktan kendini soyutlamak isteyen Jüstinyen'i durdurmuş Theodora...
Beyaz kefen yerine, imparatorluğun mor pelerinini giyen Theodora...

Yavuz'un beni bıraktığı bu köşe, karanlık altında, yıldızların cılız ışıkları altında nasıl da anlamlıydı oysa.
Gün ışığında, her taş ve her ağaç şahit olduklarını tarihin süzgecinden geçirirken, gece öyle değildi. Gece Dikilitaş kadar çıplaktı. Gerçeklerini, gündüz sakladıklarını bir çırpıda çekip çıkartıyordu içinden. Ve bana, ilk defa çok çaresiz hissedip, aşkın kollarında medet bulan bana, sunuyordu.

Mehtaplı gecede, sevgilime yakın bir köşede tüm bu epik harmoninin içinde kayboluyordum yine.
Bu sabahki kadar olmasa da, büyük bir istekle, büyük bir arzuyla dönüp duruyordum kendi etrafımda.
Aşkımı, Hadrian'ı uzaklarda ya da yakınlarda bir yerlerde, Jüstinyen'in Süleyman'a selam gönderip yükseldiği bu yerde arıyordum. Her gece yaptığım gibi, her gece rüyalarımda onu aradığım gibi.

Yana döne onu ararken, rüzgar da bu gece benim yanımdaydı sanki. Sakin sakin esip, sevgilinin kokusunu getiriyordu bana. İçim onun kokusuyla dolup taşıyordu, onun çiçeklerden bile güzel, bebek kokusuyla...

Çok şey anlatmak, çok şey konuşmak, çok şey dile getirmek istiyordu tüm benliğim. Ama olmuyordu, bu gece tüm kusursuzluğuyla üzerime yağıyorken, dilim ve ellerim mühürlenmişti. Mühürlenmişti çünkü, sevgiliyi bekliyorlardı. İçinde olduğum atmosferin adını defalarca haykırdığı sevgiliyi...

"Beni gördün." dedi bir yerlerden Hadrian. Yetmişti bile, çoktan yetmişti karanlıktaki yüzünü görmeme. İmdadıma yetişmişti sevgilimin kadife sesi.

bi' adın kalmalı geriye Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin