Hadrian'a Veda

82 12 6
                                    

'Sakın bozma'

Bozmamıştım da. Dudaklarıma indirdiği sert darbelere karşılık vermek istesem de, bir şeylerden kaçtığımız çok belliydi.
Islak ve yumuşak darbeler, tüm vücudumu şehvet dalgasıyla titretirken, yaptığım tek şey öylece durmaktı. Hiçbir şey yapmadan, karşılık vermeden, öylece...

Hadrian'ın bir gülüşüyle bile kafam karışıyor, aklım allak bullak oluyordu.
Şimdi ise, içimi arzuyla yükselten bu öpücüğün kaynağını bilmiyordum. Bilmiyordum ama, tutkusuyla beni kutsadığı birkaç saniyelik anın, asırlar sürmesini dilemiştim; dudaklarımdan kendini çekerken.

Uzun parmağını dudaklarının önüne getirip, sessiz kalmamı ima etti. Gözlerinde sadece ve sadece aşkımı gördüğüm yansımaya bir de tutkum eklenmişken, önümüze uzanan karanlık boşluğu gösterdi:

"Şüphelendi. O adam bizden şüphelendi."

Erkekliğine sertçe bastırdığı, yorgun bedenimi tutsaklığımla ondan uzaklaştırırken devam etti:

"Çabuk bitirmemiz lazım oyunu. Hileyi öğrenirse mahvoluruz. Bir an önce bitirmemiz lazım."

Hiçbir şey diyemiyordum. Karanlığa boş boş bakarken, birkaç saniye öncesini, dudaklarımızın buluştuğu, belleğimden asla silemeyeceğim saniyeleri düşünüyordum.

"Hayvanlık ettim, özür dilerim. Ama, o Aytekin denilen herif hep seni seyrediyordu. Ya farkında olmadan fire verdik ya da, sana farklı bir gözle bakıyor."

"Öpmenin sebebi bu muydu yani? Beni öperek tüm şüpheleri rafa mı kaldırdığını sanıyorsun?"

Gökalp'in kahverengi gözleri, karanlıkta bile alev alev yanıyordu. Karanlığın içindeki tek aydınlık olan bendini çiğneyip geçerken, ne hissedeceğimi bilmeden, karmakarışık bir şekilde devam ettim:

"Bak, hataları yaptıktan sonra özür dilemenin bir anlamı yok. Bundan sonra bir şey yapacaksan eğer, en önemlisi de bu şey beni de ilgilendiriyorsa, bana anlatmak zorundasın. Anlatabiliyor muyum? Anlatmak zorundasın."

Umarsızca gülüyordu. Çileden çıkıyordum, evet. Ama beni sinir edebileceğinden değil, kalbime sığmayan sevgimi zaptedemediğim için.

"Küçük bir öpücüğü tartışmasını yapacak değilim elbette. Özür diliyorum tekrardan."

Yüzüne bakmamakta kararlıydım. İfademde sakladığım aşk, onu gördüğüm an alevleniyordu çünkü. Yangınlar çıkartıyordu.
Tabii, ben ne kadar kararlı olsam da; Roma'daki günlerimizin yaratıcısı oydu belki de. Her şeyi, mükemmel analizler eşliğinde yönetiyor, oyunumuza yön veriyordu.

Karanlık koridor boyunca fısıltılarımız duvarlara çarparken, ben de, rulet masasına dönmek için harekete geçmiştim. Hadrian ise hala yanımda değildi. Ardımdan, beni seyrediyor, hiçbir şey demiyordu.
Ateşi tüm vücudumu esir aldığı o andaki gibi, ürpermiştim. Bana  sadece bakarken bile...

"Ecem. Yüzüme bak."

Geçen saniyelerin ardından, benden bir şeyler eksilmiş gibiydi. Havaalanındaki cesur kadından, eksik ve buruk bir kadına dönüşürken; acılarımı, kederlerimi ve aşkımı sakladığım yüzüm, koridorun sonundaki minik ışık süzmesiyle aydınlanmıştı ona döndüğümde.

"Özür dilerim."

"Önemi yok. Bu kadar sahteliğin içinde, şu küçük öpücüğün de bir anlamı  olamaz. Öyle değil mi? Biz oyunumuza devam edelim, olmak istediklerimize büründüğümüzde her şey daha iyi gidiyor galiba."

"Haklısın. Oynumuza dönelim." demişti. Onda da bir şeyler eksikti sanki. Ama neyin eksik olduğunu anlayabilmem için, bize ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Ecem ve Gökalp olarak, görevimizi tamamlamıştık paraları yıkayarak.
Şimdi ise, sınırlarımızı aşarak, 'olmak istediklerimize' sığınarak, rulet çarkını tekrar döndürecektik. Bahis masasına oturduğumuzda, içimdeki fırtınanın özetini böyle böyle açıklıyordum kendime.

bi' adın kalmalı geriye Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin