des aveux

73 6 9
                                    

Fatih'te yollar karmakarışıktı. Hislerim ise arapsaçıydı.
Fatih'te kaldırımlar hiç görmediğim bir kalabalıkla karşı karşıyaydı. Kalbim ise duygularımın birbirine girdiği savaş alanı gibiydi.

Son zamanlarda o kadar manasız, o kadar gereksiz şeyler için gözyaşı döker olmuştum ki; Gökalp'in ses tonundaki hissizlik, ilgisizlik içimi tarifi imkansız hatta gereksiz bir acıyla titretmişti.
Aynı şeyleri direksiyon salladığım şu saniyelerde de en deriden hissediyordum. Öyle olmalıydı ki, navigasyon cihazının uyarılarına aldırmadan, kendim için görsel bir şölen hazırlamıştım İstanbul'un epik ve dar sokaklarında.
Ama çok geçmeden kendime ettiğim eziyete geri döndüm istemeyerek de olsa.
Çünkü hesaplaşmalar hala sonlanmamış, 'bitti' dediğim yerlerde yapraklarını döndürmediğim defterler teker teker açılmış, beni bekliyorlardı.
Ve ben, kaybettiklerimi arkamda bırakmaya çalışarak, kilometrelerce koştuğumu sanıyordum. Ama hayır, olduğum yerde sayıyor bazen de boşa kulaç atıyordum.
Tüm bunları bilerek, indirmiştim el frenini; Molla Gürani'deki Manolya Apartmanı'nın önüne geldiğimde.
Yavaşça emniyet kemerimi çözerek indim arabadan. Kapının önüne geldiğimdeyse, onu görmeye, gözlerine bakmaya cesaret edemediğime hatta ve hatta kalbimin karşılıksız hislere esir olduğunu bilerek çarpmasına hazır olmadığını anladım.
Parmaklarım apartman zillerinin üzerinde gelip gitti, belki de onlarca kez geri dönmeyi düşündüm, belki de her şeyi boş vermeyi, belki de babamın gittiği yoldan gitmeye karar verdim defalarca.
Ama beni durduran bir şeyler oldu yine de.
Egemen'in çoktandır rüyalarıma uğramayan ve uğramaması için dua ettiğim hatıraları, apartmanın buzlu camla kaplı kapısına yansıyıverdi aniden.
Sevgili Egemen'im yine karşımda durmuştu. Son kez babama kafa tutmam için karşıma geçmişti, şimdiyse gerçeklere biraz daha yaklaşmam için, intikam için, soğumayan yüreğimi yangınından çekip çıkaracak kurtuluş yolu için karşımda duruyordu.
Evet, her şeyi boş vermem gerektiğini; ama her şeyin hislerimden ibaret olması gerektiğini söylüyordu bana.
Her şey, bizim yeminlerimiz değildi, alacağımız intikamlar değildi, karşısında duracağımız yalanlar ise hiç değildi.
Her şey benim aşk ütopyamdı.
Her şey, şimdi Gökalp'ten ibaretti, dairesinin önüne geldiğimde.
Saniyeler hiç geçmiyor gibiydi, elim zile uzanırken bir yandan da karar vermeye çalışıyordum. Zaman daralıyordu, benim gitgellerim arasında; ta ki zaman durana kadar.
Tükenecek ne dakikalar ne de içinde kaybolduğum hislerim kalmıştı.
Ya da tükendiğini, tükettiğimi sandığım tüm hislerim göğsümün tam ortasından, kulaklarımı gıdıklayan ıslık sesiyle göklere yükselmişti.
Ve yine karşımdaydı, hep beklediğim gibi, olmasını arzuladığım gibi; yine karşımdaydı.

"Hoş geldin!" dedi, beni bekliyor gibiydi sanki.

"Hoş buldum." diyebildim ben de.
Bazı anlarımızda olduğu gibi, nutkum tutulmuştu yine.

"Camdan bakıyordum, arabadan sen inince; ben de kapıya koştum" derken, önüme uzanmış olan uzunca koridoru işaret etti, davet niteliğinde olarak.
Ardından devam etti:

"Geç lütfen!"

Başımla onay vererek, ilk adımı atmıştım ki; ayakkabılarımın bağcığını çözmek üzere ayaklarıma uzandım.
Ani bir şekilde yükselen sesiyle de ürpermiştim aynı anda.

"Rica ederim, çıkartma lütfen!"

"Saçmalama." diyerek bağcıklarımı çözmeye devam etmiştim.
Ama temasıyla, içimde yanıp sönmeyi bırakan tüm tutkularım birden tekrar alevlenmişti.
Ellerinin sıcaklığını ellerimde hissetmem, nefeslerimi hızlandırıyordu, ona karşı içimde bitmeyen tükenmeyen aşkımın tüm bedenime dalga dalga yayılmasına sebep oluyordu.

"Alışkın değilsindir." diyerek devam etmişti, aramızda birbirimize pasladığımız bu elektrik onu da ele geçirmişti; bana çarpan yumuşak nefesinden bile hissedebiliyordum.

bi' adın kalmalı geriye Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin