Romé

75 13 14
                                    

"Bavulları açtın."

Şüpheli gözleri, göz kürelerine sığmıyordu. Akan saniyeler aramızdaki gergin boşluğu stresle doldururken, ilk kez yüzünü incelemek için bir fırsat geçmişti elime.

Küçük ve kahverengi gözleri arasında kaba yapılı burnunun başlangıç kemeri vardı. Hafif düşük kaşları gözleriyle birleşirken yüzüne kederli bir ifade yansıtıyordu. Buğday ten rengi yüzüne ışıltılı bir hava katarken, kirli sakallarının hemen üstünde, sağ elmacığının ise hemen altında bir ben vardı.
Genç adam, ilk bakışta ne kadar tekinsiz gelse de; Roma'daki en sıkıntılı anlarımda sırtımı yaslayabileceğim tek kişi olacaktı. O an anlamıştım, belki ilk kelimesinden, belki de tek kelimesinden.

"Açıp, açmamış olmam neyi değiştirir ki? Neden burada olduğumuza bir anlam yükleyecekse, tekrar soruyorum: Bana anlatacak mısın?"

Süpriz tanışmamızın üzerinden dakikalar bile geçmemişken, yüzündeki anlam veremediğim gülümsemeleri, teker teker dökülmüştü. O mutlu adamın maskesi çoktan düşmüş, ciddilik zırhını giyinmişti.

"Bavulları açtıysan, neden burada olduğumuzu da biliyorsun."

Üzerindeki siyah deri montuna güneşin yakıcı dokunuşları düşüyor, ve montun göz alıcı bir şekilde parıldamasına sebep oluyordu.

Sorduğum soruya, beklediğim cevabı vermemesi; korktuğum şeyden beni biraz da olsun uzaklaştırırken, içimdeki merak ateşini biraz daha harlıyordu.

-Pardon da, bilsem sana sorar mıydım?

Dışarıdaki ilk karşılaşmamızdan beri, gözlerini ve kirpiklerinin gölgesinin düştüğü, buğdaylığın en güzel tonlarını taşıyan yüzünü şu an tüm ışıltısıyla bana çevirmişti.
Ne olduğunu henüz anlayamadığım, ama merhametin her an kıvılcımlanacak olduğu bakışları tüm sertliğiyle üzerime yağarken, dudaklarını hiç aralamaması, benim daha da hırçınlaşmama, sinirlenmeme neden oluyordu.

-Peki, öyle mi? Neden burada olduğumu bilmeye hakkım yoksa, burada beklememi gerektiren de bir durum yoktur.

Sözlerim son noktasını, aramızdaki gerginliğe koyarken, tüm çevikliğimle kendimi geriye fırlatmıştım. Bavullarımı da kendim gibi sürüklemeye hazırlamış, ilk adımımı tam da atıyorken; genç adamın mermer kadar soğuk ve sert elleri, benim ince ve yüreğim gibi öfke ateşiyle titreyen bileklerime dokunmuştu.

"Dur,bekle."

Tüm dediklerini geri vitese takarken, arkamı döndüğümde; tedirgin gözleriyle etrafı inceleyen ve endişesiyle kolumu sıkmaya devam eden bir adamla karşılaşmıştım bu sefer.
Sabırsız bakışlarım, bileklerime kısa mesafeli bir yolculuk düzenlerken; genç adam da ne yaptığının farkına varmış, uzun parmakları arasında hapsolmuş minik bileklerimi azad etmişti.

-Anlatacağım, ama burada olmaz. Ne yeri ne de zamanı.

Asla ve asla inanmamış olduğumu güçlü soluklarımdan anlamış olmalıydı ki hemen devam etti:

"Roma'ya inelim hemen anlatacağım."
İki nokta arasında mekik dokuyormuşum gibi aldığım sık soluklar, yavaş yavaş kardiyo ritmimle beraber düzene girerken, Gökalp'in gözleri üzerine öfkemle yürüyordum. Dediklerini teyit ettirmek için, kafamı yana eğip, tek kaşımı kaldırdım.

-Söz veriyorum, anlatacağım. Şimdi normalde nasıl davranıyorsan öyle davranmaya devam et.

Sözlerini, etrafına çekingen bakışlar atarak tamamlarken, öfkem daha da güçleniyordu diyaloglarımız büyüdükçe.

bi' adın kalmalı geriye Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin