9. Bölüm

4.8K 482 50
                                    

Arabadan inerken acıyan ayağımı görmezden gelerek okulun giriş kapısına doğru yürümeye başladım. Dünkü testlerden sonra doktorlar kırılan ayağımı tedavi etmişlerdi ama acısının geçmesi bir iki günü bulacaktı. Kızlarla okula girdiğmizde iki aydır her gün olduğu gibi bütün bakışlar bize döndü. Yani nasıl bakmasınlar ki? Camilla kumral, açık mavi gözlü bir afetti. Raquel ise kahverengiyle kızıl arasında göz rengi ve kızıl saçlarıyla resmen ben dünyadaki en seksi kişiyim diye çığlık atıyordu. Melanie ise sarı saçları ve yeşil gözleriyle bir masumluk abidesi gibi duruyordu. Gerçi sinirlenince çokta masum durmuyordu ama! Hannah'da benim gibi koyu siyah saçlara sahipti ve grimsi mavi gözleriyle kimseyi umursamaz bir havada yürüyordu. Bense simsiyah saçlarım ve sürekli mavi ve yeşil arasında gidip gelen gözlerimle en ortalarında yürüyordum. Benimle göz göze gelen kişi gözlerini gözlerimden ayıramıyordu. İki aydır her gün aynı düzen içinde okula giriyorduk ve insanlar bizi incelerken bizde onları inceliyor ve acaba erkek grubundan birini bulabilir miyiz diye sürekli tetikte oluyorduk. Ama iki aydır her gün olduğu gibi hiç bir şey bulamadan sınıflarımıza girdik. Yerlerimize oturup öğretmenin derse girmesini beklerken kızlar gibi bende camdan dışarı bakıp dışarıda acaba dikkate değer bir şey var mıdır diye etrafı süzüyordum. David hala erkek grubundan en ufak bir haber alamamıştı ve bizde araştırmak zorundaydık. Gerçi Gregory'nin söylediğine göre benim Raquel'le kavga ettiğim gün David erkek grubuyla ilgili bilgiler bulduğunu düşünüp Boston'a gitmişti ama bir şey bulamadan geri dönmüştü.

"Hey küçük ninja, bu gün çok dalgın görünüyorsun" diye laf attı Camilla. Önümde oturduğu için arkasını dönmüştü

"Bana ninja demeyi kessen olmaz mı?" diye sordum. Dünkü testlerden sonra dördüde bana böyle demeye başlamıştı. Raquel'de arkasını dönerek

"Hadi ama bizi sadece üç dakika içinde yok ettin! Beni dünya üzerinde bu hale getirebilecek tek kişi sensin" dedi fısıldayarak. Raquel'le birbirimize bakarak gülümsedik, o sırada öğretmenimiz içeri girdiği için onlar önlerine dönmek zorunda kaldılar. Ders başladıktan kısa bir süre sonra en önde oturan salak telefonuyla uğraşmaya başladı. Ve işin kötüsü çocuk tam bir inekti, yani hadi ama eğer iki elinde sıranın altındaysa kesin suçlusundur! Yetmezmiş gibi gözlüklerine telefonun ışığıda yansıyordu. Gözlerimi devirdim tam bir acemiydi ve birazdan hocaya yakalanacağı kesindi. Bu düşüncelerimi kanıtlarcasına öğretmen çocuğun yanına giderek talepkar bir şekilde elini uzattı. Çocuk telefonunu verir vermez öğretmen bizlere döndü ve

"Evet sizi ufak iş adamları hepiniz telefonlarınızı montlarınızın cebine koyuyorsunuz. Şimdi!" dedi. Hepimiz o çocuğa lanet ederek montların yanına gittik. Öğretmen geçen derslerde telefonlarımızı bir sepetin içine toplıyordu ama telefonlarımız birbirinin çok benzeri olduğu için doğru telefonu bulmak zor oluyordu bu yüzden artık montlarımızın cebine koymamızı istemişti. Jarvis'i montumun cebine koyarken kendimi evladını veren bir anne gibi hissediyordum. Sonunda herkes telefonlarını koyup geri sırasına oturduktan sonra hoca derse devam etti. Saatime bakıp gözlerimi devirdim. Lanet dersin bitmesine daha 12 dakika vardı. Dikkatimi öğretmenin gösterdiği görüntülere vermeye çalıştım. Birinci dünya savaşında olan ölümleri anlatıyordu. Evet, evet Birinci dünya savaşında olan başarılarımızı hiç anlatma zaten. Gerçekten umut verici bir konuşma. Gerçi milletimizin övündüğü üzere Birinci dünya savaşında başarılı falan da değildik. Aslında o zamanlar gerçketen adi bir milletmişiz. Almanya'yı mağlup etmek bile bizi uğraştırmış ve Osmanlı denilen milletide yenememize rağmen hükmen mağlup sayılmışlardı. Osmanlının bu günkü adı Türkiye'ydi sanırım. Onların liderinden bir tanede bize lazımdı. Adı Atatürk'tü. Çocukluğumdan beri o adama hep bir hayranlık duymuştum. Ülkesini o şartlarda zafere götürmüştü.

ElmasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin