"...Evet gece ve ay benim evimdi... Gece beni her daim kucaklamıştı... Ay benim üstümü her daim örtmüştü..."
Bulunduğum oda o kadar karanlıktı ki bir an hala gece olduğunu düşündüm. Üstümdeki gri ve ince örtüyü itip yavaşça yatakta doğruldum. Kısa bir süre nerede olduğumu, niye geldiğimi düşünüp hayatı sorguladım. Kendi kendimi sorguladıktan sonra yataktan kalkıp küçük lavabomsu yere gittim. Elimi yüzümü yıkayıp küçük bir evi andıran odanın kapısını açıp dükkan kısmına geçebilmek için kısa basamakları çıktım. Odanın karanlık olmasına karşın burası bir o kadar aydınlıktı. Tam karşımdaki duvarda duran saate bakıp geç kalkmadığımı fark edip içten içe kısa bir sevinç yaşadım. Geri karanlık odaya dönüp dağınık bırakmak istemediğim yatağı topladım. Son katlama işini yaparken dükkan kapısının tıklatıldığını duyunca elimdeki örtüyü yatağın üzerine bırakıp odadan çıktım. Basamakları geçtikten sonra kapıya gitmek yerine parmak uçlarıma kalkıp kimin geldiğine baktım. Ve maalesef ki Feza abi gelmişti. Bergüzar'ın veya Tarık abinin geleceğini ummuştum. Küçük bir hüsran yaşadım. Yavaş yavaş kapıya doğru gittim. Feza abi de kapıyı açmak istemediğim için yavaş yürüdüğümü kapının tertemiz camından görebiliyordu.
Kapıyı açıp terslemek istedim. "Ne var? Niye geldiniz? Yanlış geldiniz." deyip suratına kapatmak istiyordum ama o kadar merhametsiz değildim. Onun yerine kapıyı açıp hiçbir şey söylemeden suratına anlamsız bir yüz ifadesi takınarak bakmayı tercih ettim.
"Selam." İyi arkadaşlarmışız gibi davsanması hiç hoşuma gitmiyordu.
"Tarık abi yok." Gitmesi için hala onu içeri almamıştım ve inatla duruyordu.
"Biliyorum Tarık abinin olmadığını." Benimle konuşma çabaları inkar edilemez derece etkileyiciydi ama benim onun arkadaşlığına ihtiyacım yoktu.
"O zaman niye geldin?" Elinde duran poşeti havaya kaldırdı gözüme sokarcasına ve diğer eliyle işaret etti.
"Sana kahvaltı getirdim ayrıca konuşmamız gerekiyor." Derken beni omzuyla hafifçe kenara itip içeri geçti. İçeri kendi rızamla almayacağımı anlamıştı belli ki.
Benim onun kahvaltı almasına ya da getirmesine ihtiyacım yoktu. Bunu yapması kendimi acizmiş gibi hissetmeme sebep oldu. Bu da ona olan sinirimin artmasına neden oluyordu.
"Teşekkür ederim ama gerek yok." Postaları koymak için kullandığımız tezgahtaki postaları biraz kenara itip elindeki poşeti koydu. Bana tezgahın arka kısmından oldukça şaşırmış bir ifade ile baktı.
"Küçük hanım teşekkür etmeyi de biliyormuş, vaay!" Hem konuşmaya gelip hem de ne cüretle bu denli laubali davranabiliyordu!
"Beni tanımıyorsunuz da o yüzden bu kadar şaşırıyorsunuz. Aa, tabi! Siz insanları tanımdan onlara çeşitli yargılar verebiliyorsunuz! Unutmuşum! Kusura bakmayın!" Son cümleyi o kadar sert söylemiştim ki bir an boğazım yırtılacak sanmıştım. Ellerimi göğsümün altında birleştirip öfkeyle ona baktım. Öfkemi bile hak etmiyordu. Bana söylediği sözler hoş değildi.
Dediklerimi fazlasıyla üstüne almış bir şekilde gözlerime baktı. Canını yaktığım belliydi, ama umurumda bile değildi! Kapının önünde dikilmeyi bırakıp tezgahın diğer tarafına geçtim. Yüzüne bile bakmıyordum.
"Mehir, bak özür dilerim. Hakkında yanlış düşündüm. Ama sen de kendimi benim yerime koy. Bir yabancı kasabaya geliyor ve senin haberin olmadan senin evinde kalıyor. Ve bundan senin dışında evdeki herkesin haberi var." İçimdeki ona karşı olan tüm öfke azalıyordu. Söyledikleri çok doğruydu ama dün söylediklerini de yediremiyordum kendime.
![](https://img.wattpad.com/cover/217510291-288-k693438.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Parçası
Подростковая литератураbabasının intikamının sonucunu ağır bir şekilde ödeyen Mehir, işlemediği bir cinayetten hapse atılmış masumiyetinin ortaya çıkacağı günü bekliyordu... Ama sadece beklemek zorundaydı çünkü böyle bir şey olmayacaktı... "Ben, 1 kişinin öldüğü cin...