7.Bölüm-TAVIR

97 14 150
                                    

Vera

   Kolumdaki saatle kurduğum göz temasının sayısı belki de yüzü aşarken derse odaklanmam çok zor oluyordu. Şaşkındım ve bu şaşkınlığımı anca onunla konuşarak giderebilirdim. Sorularım vardı ve cevaplar ondaydı. Ama bana hala serapmış gibi geliyordu. Çünkü araya giren o kadar zamandan sonra o gözlerde gördüğüm ifadesizlik ona ait olamazdı.

          Bir sorun var.

  Anlamsız yere ders notumun kenarına çizdiğim motifler  bana yabancıydı. Hem bu çizgiler hem de bu eylem gerçekten benlik değildi. Son üç senedir en yüksek ortalama ile yılı bitiren ben, şimdi her şeyin kontrolünü yitirmiştim. Sabırsızca dersin bitmesini bekliyor ve elimden geldiğince sakin kalmaya çalışıyordum. 

   Aylardır ondan haber bekliyordum ve şimdi geçmişten bir anının hayaleti gibi karşıma çıkmıştı. Ne yapacağımı bilemez bir halde terleyen ellerimi pantolonuma sildim. Ensemden başıma yürüyen ağrının migren olmamasını dileyerek oturduğum sırada geriye doğru yaslandım. Elim enseme gittiğinde beni kötü bir gecenin beklediğini anlamıştım.

           Migren...

   Şizofrence bir his miydi bilmem fakat izlendiğimi düşünmeye başlamıştım. Neden böyle bir şey yapacaktı ki? Onu beklememi geçtim, bana tepki bile göstermemişti. Donuk bakışları resmen beni unuttuğunun göstergesiydi. Evet. Beni unutmuştu. Belki de benim şu an için anlam veremediğim bir şey vardı. Ama sonra bu fikrin saçmalığı ile odağımı derse verdim.

         Başka ihtimal yoktu. Öyle olsa bile benim tanıdığım Yabancı bana buz gibi bakmazdı.

  Hocanın son cümlelerini söylemesi ve biten dersle nabzım yükseldi. Sıramdan kalkıp Melek'e onunla koridorda buluşacağımı söyleyerek kürsünün yanındaki küçük masada duran ders yönergesini aldım ve koşar adım amfiden çıktım. İleriye doğru baktığımda onu görür gibi oldum. Emin olmasam da o yöne ilerledim fakat gözden kaybettim.

  Sinirle kenara çekildiğimde nefesimi düzene koyup toparlandım ve Melek'in yanına doğru ilerledim. Endişeli gözlerle beni izliyordu. Sahte gülümsemem yanındaki Buğra ve Efe'nin aynı anda kaş çatmalarına neden olurken soracakları sorulara kendimi hazırlamaya çalıştım. Ama yanlarına vardığımda tüm direncim kırıldı.

"Sen pişmiş kelle gibi sırıtıyorsan bir problem vardır. Dökül Vere."

  Buğra'nın acımasız ama doğru tespiti daha da gülmeme neden oldu. Ne söyleyecektim ki onlara? Öyle bir anda anlatabileceğim bir konu değildi o yüzden geçiştirmeye karar verdim. En doğrusu buydu. Çünkü ben daha kafamı toplayamadan onlara bir şeyler anlatırsam Arslan Mert'e cephe alabilirlerdi. Bu doğru bir hareket olmazdı.

"Bir şey yok, Buğracım. Hadi size kahve ısmarlayayım. Dün Nazım iddiayı kaybetti. 100 lirayı beraber yiyebiliriz."

  Pek inandıramasam da bizimkileri yürümeye başlamışlardı. Efe'nin ders programı üzerine açtığı yeni konuyla aklım dağılırken yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Zor bir sene bizi bekliyordu. Klinik derslerin uygulama listeleri haftaya asılacaktı ve tempo başlamış olacaktı.

  Başlayan bu tempo içerisinde başarısız olmamak için elimden geleni yapacaktım. Ben sandığınız gibi zeki olan öğrencilerden değilim. Eğitim hayatımın neredeyse dokuz senesini ortalama bir öğrenci olarak geçirdim. Sonra hedeflemeyi bana öğreten bir olay sayesinde sorumluluk almam gereken konularda hırs yapmayı öğrendim.

  Hırs... Kötü geliyor kulağa değil mi? Kötü veya iyi etkilerini insan seçebilir bence. Ben sınırlarımı ne kadar zorlayabilirim derken kendimi çalışmakla yükümlü olduğum her dersin üstesinden gelir halde buldum. Bu durumda hırs bana kendimi tanıtan bir araç oldu. Ama hiçbir zaman beni ele geçirmedi.

BİHABERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin