Joon Seo's anger

348 41 48
                                    

× Frozen / Madonna  ×

5

"Hae So?"

Joon Seo uzun bacaklarıyla anında yanımda bitmişti. Benim şaşkın bakışlarımı inceleyip, hala kapının önünde azrail gibi dikilen Yuk hei'yi baştan aşağı süzdü.

"Sizi tanıyor muyum?"

Yuk hei kolunu kapı pervazına yaslayarak Joon Seo'ya eğildi.

"Tanımıyor olmanız sizin hatanız."

O güzel, kiraz gibi dolgun dudaklarından çıkacak kelimelerden korkuyordum.

"Bu da ne demek? Tanımam gereken biri miydiniz?"

Hafif sitemle çıkan sözler Yuk hei'ye ulaştığında o, bu sözlerden hiç de etkilenmişe benzemiyordu. Aksine ona iltifat edilmiş gibi tebessüm etti. Elbette yaptığı tek bir masum sayılabilecek hareket bile onda tehlikeyim diye bağırıyordu. Bu yüzden bu tebessümün ne türden bir tebessüm olduğunu çözememiştim.

Onun dudaklarının kıvrılmasıyla Joon Seo'nun vücudunun gerilediğini hissettim. Bana yakın duruyordu ve vücudunun tepkilerini ilk elden hissedebiliyordum.

Bir anda aralarında oluşan gerilim hattını koparmak için araya girdim.

"Ah, Yuk hei benim arkadaşım Joon Seo. Sizi tanıştırmak için bir türlü fırsat bulamadım."

Kelimeleri öyle peş peşe sıralamıştım ki ne söylediğimi anlamış olmalarını umdum. Yuk hei delici bakışlarımı Joon Seo'nunkilerden çekti ve bana yöneltti. Kalın kaşlarından biri çoktan yukarı havalanmıştı. Belki de yarattığı durumu nasıl toparlayacağımı merak ediyor ancak yine de beni köşeye sıkıştırmaktan vazgeçmiyordu. Ona konuşması için fırsat verirsem, beni yalan bile uyduramayacağım bir duruma sokmasından korkuyordum.

" Öyle mi? Bana pek arkadaşmışsınız gibi gelmedi Hae So."

İnanmak zorundasın Joon Seo. Zaten alttan alttan psikolojik baskıyla baş etmeye çalışıyordum bir de onu inandırmakla uğraşmazdım.

"Arkadaş değiliz zaten."

Bunu söylerken bile gözlerini gözlerimden çekmemişti. İnatla gözlerimi oyacakmış gibi bana bakıyordu ve bu durum beni geriyordu.
Düzgünce kelimeleri cümle haline getirmekte zorlanıyordum.

"Nasıl yani?"

Nihayet koyuluklarını üzerimden çektiğinde kısa bir an rahatladım. Ama bu rahatlama çok kısa sürmüştü.

"Sevgiliyiz."

Ne?! Tanrı aşkına böyle bir şeyi nasıl söylerdi? Bunu toparlayamazdım! Nasıl bir açıklamayla Joon Seo'yu kandırabilirdim ki?!

"Güzel şakaydı. Ama eğlenceniz bittiyse hala bir cevap bekliyorum sizden bayım."

Beklediğim gibi inanmıştı. Sevgilim olmadığından emindi.

" Ah.. Şaka yaptığımı mı sandın?"

Yapma.

Kapıya yasladığı kolunu omuzuma doladı ve beni kendine çekti. Yüzünü yüzüme eğdiğinde ondan kaçacak tek köşem kalmamıştı. Üstelik şu an Joon Seo'nun önünde yapıyordu bunları!

Hayır hayır hayır.

Gözlerime baka baka dudaklarını dudaklarıma sertçe sapladı. Bir şeylerin acısını çıkarmak ister gibiydi. Canım yanmıştı.

Benim yapamadığımı Joon Seo yaptı ve onu kuvvetlice iterek benden ayırdı. Keşke hala onun bana doladığı kolunu da düşünseydi. Çünkü onunla birlikte hafifçe geriye savrulmuştum. Joon Seo' nun hamlesi Yuk hei'yi pek etkilememiş olabilirdi ama ben böyle bir şeyi beklemediğim için neredeyse düşüyordum. Üstelik şimdi Yuk hei kolunu bel boşluğuma indirmiş vücudumu kendine bastırmıştı.

Bunu düşmemem için mi yoksa başka bir nedenden dolayı mı yaptığını düşünmeye fırsat kalmadan Joon Seo bağırmaya başladı.

"Ne yapıyorsun sen?!"

"Sevgilimi öptüm ve şimdi de onu buradan götürüyorum."

Joon Seo'nun sinirden atan kaşını gördüğümde Yuk hei'den kendimi ayırmaya çalıştım. Bu hareketime karşılık belimdeki elini sıkılaştırdı.

"Hae So'yu hemen bırak lanet olası!"

Yuk hei kıkırdadı.

"Bırakmazsam?"

Alt dudağını bembeyaz dişleri arasına sıkıştırdı ve devam etti.

"Ne yaparsın?"

Onun alaycıl tavırları ortamı daha da geriyordu. Joon Seo sinirden titreyen ellerini kestane rengi saçlarından hırsla geçirdi.

Sahi o neden bu kadar sinirlenmişti ki?

Tamam, Yuk hei gerçekten de sinir bozucuydu ama bu denli sinirlenmesi için ortada bir sebep yoktu.

Yuk hei'nin kaslı kollarını bedenimde çok iyi hissediyordum. Sanki vücudumun kıvrımlarına bir yap boz parçası gibi uyum sağlamıştı.

Joon Seo'yla göz göze geldik. Gözleriyle Yuk hei'yi parçalayacak gibi baksa da bana geldiğinde o kahvelerde hüzün ve kırgınlık gördüm.

Neden böyle bakıyordu?

Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama gördüğü şey onun durması için yetmişti anlaşılan. Geri çekildi ve sıktığı yumruğunu yavaş yavaş bıraktı.

"O senin gerçekten de sevgilin mi, Hae So?"

Değil.

Ama sana bunu söyleyemem. Ona güvenmiyorum çünkü. Üzgünüm Joon Seo. Sana yalan söylediğim için üzgünüm.

"Evet. Yuk hei benim sevgilim."

Bu 4 kelime onu yıkmıştı. Joon Seo'nun yalpaladığını gördüm. Neden bu kadar sarsılmıştı ki? Anlam veremiyordum.

"Pekala...çantan salonda kaldı. Onu sana getireyim en iyisi."

Getirme! Beni böyle gönderme! Bu manyağın ne yapacağını bilmiyorum!

Söyleyemedim tabii. Joon Seo usulca arkasını döndü ve salona girdi. Yuk hei'ye bakamıyordum. Günümün ağzına etmişti resmen. Hala çok açtım ama o geldiği ve ortamı bozduğu için aynı zamanda karnıma yumruk yemiş gibi hissediyordum.

Çok sürmeden Joon Seo elinde çantamla geri döndü ve çantamı bana uzattı. Yuk hei'nin elini belimden çekmesini bekliyordum fakat çekmedi. Joon Seo'nun derin bakışları onun sıkıca belime sarılmış eline takıldı. Çantamı aldım bir şeyler söylemek için ağzımı açmıştım ki tüm kelimelerimi ağzıma tıktı.

"Sonra...sonra görüşürüz Hae So."

Kapıyı yüzümüze kapattı.
           
                                    - 

5.saatimizi de tamamladık.

Okuduğunuz için teşekkür ederim <3 <3Her şeyi batıracağımı hissediyorum, ben bile yazdığım şeylere şaşırıyorum :d

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Okuduğunuz için teşekkür ederim <3 <3
Her şeyi batıracağımı hissediyorum, ben bile yazdığım şeylere şaşırıyorum :d

love me like you do ✙ wong yukheiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin